Tercihlerimiz ve Biz

‘İnsanoğlu yaşadığı çağın çocuğudur’ diye söylenir. Evet galiba öyledir. Ne varki, insanoğlu aynı zamanda tercihlerinin de çocuğudur. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse; ‘insana kimliğini kazandıran şey onun tercihleridir.’

Bu bir aidiyet meselesidir aslında. İnsanın tercihi ona aidiyetini kazandıran, onun ait olduğu yeri gösteren en birinci amildir.

Hani meşhur kıssada vardır; “Nemrut’un, Hz. İbrahim’i ateşe arttıracağını duyan bir karınca, ateşin söndürülmesine yardım etmek için minicik ağzına aldığı bir damla su ile yola koyulur. Yaptığının bir şey ifade etmeyeceğini söyleyenler olur ve onu bu beyhude uğraşından vazgeçirmek isterler ve derler: ‘Boşuna yorma kendini, ne ifade eder senin bu çaban. Hem zaten o ateşe ulaşamadan yanıp kül olursun.’

Karıncanın cevabı müthiştir; ‘Evet farkındayım, ama en azından tarafımı belli etmiş olurum.’

Tarafını belli etme bir tercih meselesidir ve o tercihtir sahibini bir manada vasfeden.

Biz bugün tarihin tozlu sayfalarında kalmış bütün hadiselerin taraflarını o günlerdeki tercihlerine göre anarız. Yani onların kimlikleri asırlar önce verdikleri kararlar ve ortaya koydukları tercihleri ile oluşmuştur.

‘Hz. Musa’nın ümmeti’, ‘Firavunun adamları’, ‘Hz. İsa’nın havarileri’, ‘Efendimizin (SAV) sahabeleri’ derken hep o tercihler belirleyicidir.

Vasıflar vasfedilenlerin geçmişte aldıkları kararlar ile oluşmuştur.

Bugün yaşadığımız süreçte de tercihlerimiz ile tarafımızı belli ederken, bir taraftan da kimliğimizi ortaya koymuş oluyoruz. Gelecek nesillerin bizi nasıl anacağı ile ilgili bir durumdur bu aynı zamanda.

Bir diğer taraftan inanan insanlar adına söyleyecek olursak bu bizim nasıl diriltilip nasıl ve kimlerle haşrolacağımızı da belli edecek şeydir.

Öte yandan kişinin tercihlerini inançları ve  inandığı şeyin tesir gücü şekillendirir. İmanının kuvveti nispetinde hadiseler karşısında bir duruş sergiler. En zor zamanlarda en zor kararları verebilmek inancın tesirine göre olur.

Burada bir çıkmazdan da söz etmek gerekir. İman ve İslamiyetin tercihlerimizi, dolayısı ile de bu tercihlere bağlı davranışlarımızı tesir altına alıp düzenleyeceğine dair peşin kabülümüz ile günümüz müslümanlarının yaşadığı coğrafyanın hali hazırdaki perişaniyeti bizi bir çıkmaza sokuyor.

Neredeyse bütünüyle bir kan dökme, öldürme, zulmetme, kin ve nefret duyma, çalıp-çırpma, yolsuzluklar yapma, hakka tecavüz, başkasını malına çökme ve bin türlü ahlaksızlığın en münbit tarlası haline gelmiş müslümanların yaşadığı topraklar ile inançlarımızı nasıl telif edeceğiz?

Uzaklara gitmeyelim, sadece Türkiye’nin son bir kaç yılında gördüğümüz manzara ortada. Her fırsatta dindar olduklarını söyleyenlerin imanları neden tesirini harici alemde gösteremiyor? Neden dindarlıkları ahlak üretmiyor söz gelimi?

Neden taraf olduğumuz toplumsal sözleşme(ler) hiçe sayılıyor? Gücü ve iktidarı ele geçirenler hangi saikle hiç ölmeyecekmiş gibi davranabiliyorlar?

“Olan” ile “olması gereken” arasındaki can yakıcı fark bir türlü kapanmıyor aksine gittikçe açılıyor, derinleştikçe derinleşiyor.

(Burası başlı başına bir yazının konusudur ve bu satırların yazarının boyunu aşar. Ben şimdilik sadece gördüklerim karşısında şaşkınlık, üzüntü ve biraz da ümidi törpülenmiş bir vaziyetteyim.)

Bir yandan ayetlerle süslenmiş, tumturaklı nutuklar atarken, diğer yandan en temel inanç esaslarını ayaklar altına alıp, gırtlaklarına kadar kul hakkı ile dolu kirli bedenlerini bir yıkılışa doğru sürükleyenler nasıl dindar geçinirler?

Nasıl her geçen gün daha bağnaz, daha nobran, daha zalim olabiliyor kalpsiz bir leş yığınından ibaret olan tiran bozması bu ‘Yezid’ mukallitleri?

Farklı düşüncede olanı anlamak bir yana dinlemiyorlar bile.

Ve daha kötüsü hallerinin farkına varmak şöyle dursun, dünyanın kurtuluşuna vazifeli semavi varlıklar zannediyorlar kendilerini.

Başkalarının alınteri ve gözyaşları ile kurdukları –ister şahsi isterse bir cemaate ait olsun- müesseselere, sanki yüzlerce yıl öncesinden ışınlanıp gelmiş Moğol istilacıları gibi çökerken; bir yandan da dünyanın en dürüst, en mükemmel insanları olarak görüyorlar kendilerini.

Düşüncelerine muhalif herkesi seviyesine göre değişik yaftalarla isimlendiriyor, vatan hainliğinden din düşmanlığına kadar akla gelebilecek her türlü etiketi üzerlerine yapıştırıp insanları çok rahat tekfir edebiliyor ve cehenneme gönderebiliyorlar.

Neden ve Nasıl?

Hasılı “Osmanlıcılık” düşüncesi ile ortaya çıkanından, “Yeni Türkiye” mavalını okuyanına, sahte bir hilafet özlemi ile liderlerini “Halife-i Ruyi Zemin” ilan edeninden, en sığ fikrin taşıyıcısı bile olamayan “stratejik derinlik”çisine kadar, bir sürü yeni bitme “kaba softa ve ham yobaz”ın insanımıza verdiği sadece ümitsizlik.

Faziletli bir düşünce ortaya koyabilen kimse yok bu güruhta.

Fikir slogan, aksiyon ise talan.

Biteviye gevezelik, lafla yürütülmeye çalışılan gemiler.

Sloganlar ile ağız dolusu küfür arasında gelip giden bir analiz keyfiyeti.

Fikre karşı küfür, düşünceye mukabil tehdit.

Ter türlü inşaya yıkımla cevap.

Bir ‘medeniyet inşaası’ denince anladıkları sadece bilmem kaç odalı saraylar, duble yollar, çirkin binalar.

Muhalefet etmek şöyle dursun alkışlamayana aforizmalar ve linç çığlıkları.

Nihayetinde işte bütün bunlar da bir tercihin sonucu.

Ne demiştik başlarken; insana kimliğini veren, gelecekte nasıl anılacağı ile ilgili olan şey işte bu tercihler.

Bir tarafta zalimler, bir tarafta mazlumlar, cebren hicret ettirilenlenler.

Hukuksuzluğu geçtik kanunsuz bir şekilde hapishanelerde esir tutulanlar.

Kısık sesler ile çadıklarını sıfrılama telaşı yaşayanlara mukabil, kendi helal malları yağmalanıp sıfıra irca edilirken bile davalarından dönmeyenler.

Bir yanda kıyıma memur kayyımlar, öte yandan Hz. Hayy-u Kayyum’a dayanıp “off bile demeyenler”.

Zülmederken bile korku ile gecelerini uykusuz geçirenlere karşılık, mazlumken dahi korkusuz olanlar.

İşte gelecekte herkes, bugün ortaya koydukları tercihleri neticesinde kazandıkları aidiyetleri ile anılacak.

Neye inandıklarını bilmedikleri için mi, nasıl inandıkları ile ilgili sorun yaşadıklarından mı bilinmez ama her ne sebeple olursa olsun inançlarının kendileri ve etraflarındakiler için sadece perişaniyete yol açtığı bu güruh da tercihlerinin üzerlerine yapıştırdığı kimlik ile anılacaklar.

İnandıkları hizmet düşüncesinden her türlü baskı ve zulme rağmen vazgeçmeyen “günümüzün karasevdalıları” da tercihleri ile anılacaklar.

Bir de araftakiler var. Onların da ah edeceği bir zaman olacak.

Ne gelir elden nihayetinde insan biraz da tercihlerinin çocuğudur.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.