Bilmek üstüne

Mesnevi’de kayıkçıyla lisan aliminin hikayesi anlatılır.

Bir lisan alimi bir gün bir kayığa biner. Kendini öven bir yüzle kayıkçıya dönüp ‘Sen hiç gramer okudun mu ?’ diye sorar.  Kayıkçı ‘Hayır ‘ deyince ; ‘Ömrünün yarısı boşa gitmiş’ diye cevap verir. Kayıkçı bu sözler üzerine üzülür, gönlü kırılır, bir cevap veremez.

Biraz sonra bir fırtına patlak verir. Kayık batmak üzeredir. Kayıkçı gramer alimine seslenerek : “Yüzme bilir misin ?’ diye sorar. Alim korkuyla ; ‘Hayır bilmem’ deyince kayıkçı, ‘İşte bütün ömrün şimdi gitti. Birazdan kayık batacak’ der.

İlim güzeldir, inanan insanın yitik malıdır, takva için gerekli en önemli meseledir. İnsan ancak kendini iyi bilirse, hayatın ve varlığının anlamını çözebilir, bu dünyadaki yerinin ve kıymetinin farkına varabilir.

Yalnız her bilmek, bilmek değildir mesela. Malumat ile bilgi arasında fark vardır. Bilgi ile hikmet arasında mecburi bir ilişki mevcuttur. Eğer bildikleriniz siz de ahlak oluşturmuyor ve bilmenin kaynağı olan hikmete ulaştırmıyorsa, günün sonunda elinizde kalan ancak malumatçılık oyunu olur. Sayfalarca kitap yazsanız, en süslü en yüksek payeler edinseniz, hergün televizyon ekranlarında boy gösterseniz, bulduğunuz her köşede demeç verseniz de nafile.

Bu malumatçılık hali aynı zamanda ahlak yoksunu bir zemin üstünde kendine yer bulur. Kişi, ilim diye elde ettiği yükü, üç beş kuruş verene satabilir. Malumat, alıp satılabilir bir yüktür sahibi için. Bir üstünlük vehmi ve büyüklenme de vardır içinde, hikmetten yoksun olduğu için. Neyin baki ve büyük olduğunu unutur, benlik derdine düşer kişi. Başkaları cahildir, bilmez, kavrayışı eksik, anlayışı güdüktür ona göre. Bir gün kayıkçı eline düşebileceğine ihtimal vermez. Neticede her bilme eksik bilmedir, bu fenalar aleminde. İnsan hakiki ilme bu gerçekliği kavrayarak ulaşır.

Kızım beş yaşındayken bir gün yanıma geldi ve “Anne ben yeterince büyüdüm’’ dedi. Şaşkınlıkla bakan ben ‘’ee..’’ diye yüzüne baktım., ‘’Artık herşeyi biliyorum, yeni bir şey öğrenmeme gerek yok’’  diye cevap verdi. Bir çocukta tatlı ve şirin duran bu henüz bilmediklerinin farkında olmama hali, aynı tavrı ben gösterdiğimde bir cinnet ve trajediye dönüşür.

Bugün etrafımızda, kimi okudukları yıllarla, kimi yaşadıkları tecrübelerle  insanlar bir bilgiçlik yarışı içinde, bilme iddiasıyla dolaşıyorlar. Fakat nedense bilmek, yalana, iftiraya ya da haksızlık etmeye engel olmadığı gibi, ona bir ses vermeye de yeter gelmiyor.

İnsan kendine ister istemez şu soruyu soruyor. Alimleri de ifsah etmiş bir toplum, yeniden toparlanabilir mi? Bilme makamındaki insanların ahlak yoksunu halleriyle yitip giden manayı tekrar diriltmek mümkün mü? Eğer bilmek, yanlışa yanlış deme özgürlüğü veremiyorsa insana, o bilmenin hikmetten nasibi olur mu?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.