Dünyadan haberdar olmak istemiyorum!

Twitter’daki arkadaşlar bana mail atmaktan yorulmadı ama ben onların hatırlatmalarından yoruldum.

Aylardır sosyal medyadan uzak durma kampanyamın sonucu olarak twitterla bütün bağlarımı kopardım. Fakat her sabah ‘’dünyada neler olup bittiğini gör..’’ diyen bir başlıkla bana bıkmadan mail atmaya devam ediyorlar. Görmek istemediğim onca acıyı gözümün içine içine sokmakta ısrarlılar.

Bir şeyden haberdar olmak, o şeye dahil olmak anlamına geliyor. Kimi zaman fikren, kimi zaman fiziken, bazen kalben.. Ne kadar uzaksınız, ne kadar kuvvetlisiniz, ne kadar pozitif katkıda bulunabileceksiniz bunlar ele alınmaksızın, büyük bir kamera var elimizde ve içine bütün dünyanın görüntüsü sığıyor.

İpin koptuğu anda böyle başlıyor benim için. Çoğu hadise için yeteri kadar üzülmeye bile fırsat bulamadan daha kötüleri bir twitle gözümün önüne düşünce, bir öncekinin acısını kenara bırakıp yeni acılar için sızlanmaya başlıyorum. Bu döngü o kadar hızlı ve şiddetli oluyor ki artık, bir müddet sonra acıları sınıflandırıp, kolayca üstünden geçilebilecek ya da bir kenarda sızısı muhafaza edilecekler olarak ayırıyorum. Bu söylediğim aşamaları farkında olmadan yapıyorum. Sindirmeden üst üste yenilen yemek gibi düşünün.. Bünyeye giriyor haber, bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha.. Ama çiğnemeye vakit yok, sindirmeye, anlamaya, idrak etmeye, ben ne yapabilirim diye kafa yormaya..

Önceden devekuşuluk yapmak diye bir tabir vardı lugatte. Artık bu deyim zıddıyla bilinebilecek bir noktaya geldi. Sonuç aynı ama fazla haberdar olmaktan hassasiyetini yitirme hali diye tanımlanacak yeni bir yoruma sahip bence. Devekuşuluk yapan adam, başını toprağa gömüp, hadiseleri görmezden gelen adamdı. Bence kendi halinde bir tutarlılığı vardı, bilmek istemiyor, görmek istemiyor, haberdar olma sorumululuğunu reddediyor ve kendince bunu sağlayacak bir fiil işliyordu,kulağını, gözünü ve fikrini kapatıyordu.

Şimdi twitter başında haber takip eden, dünyadan haberdar olduğunu sanan insanlar var. Bunlar ya bir mesele üstüne yüz kırk karekterle yorum yazıp, kimi zaman küfür ederek, kimi zaman dalga geçerek olaya dahil oluyor yahut  dehşet içine düşülecek bir acı karşısında ağlayan göz emojisiyle hareketsizliğini, tepkisizliğini makul hale getiriyor. Bu insanlar fazlasıyla kulak, göz, kafaca muhataplar yaşananlara ama  işte bir klavyenin ardındalar. Verdikleri tepkiyle bir ilişki kurduklarını düşünüyorlar ama yaşanan hadiselerin karşısında edilen iki çift kelam, ya da kondurulmuş bir emojiyle o duygusal bağı kurmak bana pek mümkün görünmüyor.

Bu yüzden emojilerin ifade ettiği derinliğe indirgeniyor duygu dünyamız, bir yuvarlak kafanın üstündeki basit nokta çizimlerinden ibaret hale geliyor bir müddet sonra hissettiklerimiz. Çocuk ölmüş, aile içi şiddet olmuş, hükümetler vatandaşlarına zulmetmiş, biri çalmış, biri sövmüş, biri vurmuş..

Yaşadığımız acılarda bir artış olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bundan yüzlerce yıl önce dünya daha barışcıl değildi. Değişen şey, herkes kendi acısının içindeydi. Kendi kasabasında yaşıyordu ne yaşıyorsa, anlaşılabilir oranda, taşınabilecek miktarda. Şimdi dünyanın öteki ucunda annesi tarafından çöpe atılmış bir bebeğin, yok bir başka ülkede evsiz kalmış bir ailenin, daha başka bir sınırda haksızca zulme uğramış milyonlarca insanın acısını kendi dünyamda deneyimlediğim acılarla birlikte omzuma bırakıveriyor twitter. Ve ısrarla, arsızca ‘’dünyadan haberdar ol..’’ diyor bana.

Böylece dünyadan haberdar olmaktan ziyade, dünyaya karşı umarsızlaşmaya başladığını farkedemiyor insan. Ben ne yapabilirim ki acziyetiyle, bir şey yapabileceklerine karşı da hareketsizleşmeye başlıyorsun.

Devekuşu olmayı kendime yediremiyorum ama fazla haberdar olmakta benim fabrika ayarlarımı bozuyor. Zira ümidsiz hayat geçmiyor.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.