Evet, biz bir yalana inanmadık

Geçtiğimiz hafta Kenya’daydım. Hizmet hareketinin Kenya’da görünen yüzü diyebileceğimiz “Ömeriye Vakfı”nın (Omeriye Foundation) 18. kuruluş yıldönümü programına davet edilmiştim. Vakıf; eğitimden sağlığa, insani yardımdan sosyal sorumluluk projelerine ve kültürel faaliyetlere kadar pek çok alanda hizmet veriyor.

İşin aslı daveti alınca karışık duygulara kapıldım. Yaklaşık onbeş yıl önce ayrılmış ve o günden beri bir daha gitme fırsatı bulamamıştım Kenya’ya. Kalbimin bir yarısının kaldığı o topraklarla ilgili hislerimi daha önce ‘bir ayrılış hikayesi’ olarak, ‘meçhul muhacirin not defterinden’ aktarıp bu köşede yazmaya çalışmıştım.

Bir kez daha görmek istiyordum oraları elbette. Ancak o günlerden beri bir gizli sevda gibi içimde taşıdığım, hicretin o ilk zamanlarına ve ilk yerlere ait duygularımdaki sihrin bozulacağından da endişe ediyordum. Ama eski dostlarımla tekrar görüşmek ve hasret gidermek duygusu ağır bastı ve gittim. İyi ki de gitmişim.

Bir kısmı vefat etmiş onca eski dosttan kalanlarla, yıllar sonraki karşılaşma anımız; onbeş yıl önceki ayrılıştaki hüznün bir kısmını tevarüs etmişcesine yoğun bir hisle sardı beni ve bizleri.

Hissiyatımı şimdi ifade etmem pek mümkün değil. Bu mevzuya girmeyi de pek düşünmüyordum aslında. Gerçekte biraz da şahsi diyebileceğim hissiyatımı kendime saklamak istiyordum. Ne var ki, Özgür Koca beyin ‘Sen bir yalana inanmadın’ başlıklı yazısını okuyunca, bunu yazmalıyım diye düşündüm. Tarihe not düşmek de diyebilirsiniz siz buna.

Evet bizler bir yalana ve gerçekleşmesi mümkün olmayan ham bir hayale inanmadık. Herkesin hayalleri vardır elbette. Bizim de hayallerimiz vardı. Henüz çok gençtik. Üniversite anfilerinde hayaller kuruyorduk. Kimimiz bir an önce okullarımızı bitirip iş hayatına atılmak, mutlu bir aile kurmak ile sınırlandırmıştık hayallerimizi. Bazılarımızın hayalleri ise sınırlarımızın çok ötesinde idi. İşte biz de bir hayalin peşinde koşup gittik çok uzaklara. Ben ve emsalim yüzlerce -belki de binlerce- genç henüz daha yaşlarının yirmisinde ve otuzunda açıldık dünyanın dört bir yanına. Gideceğimiz pek çok yere direkt uçak seferlerinin olmadığı günlerdi. Biz de bir kaç kere inip kalkmış ve öylece ulaşmıştık menzilimize.

Yirmili yaşlarının ilk yarısında genç bir arkadaşım ve henüz liseyi yeni bitirmiş onsekizinde bir delikanlı ile biz üç kişiydik. Uçağımız Afrika’nın bilmediğimiz bir anına değeli neredeyse yirmi yıl oldu. Gerçekten bilmiyorduk hangi anı hangi şekilde yaşadıklarını, bilmediğimiz gibi kültürlerini, insanlarını ve dillerini. Yarım yamalak ansiklopedik malumat ve televizyonlarda izlediklerimizden ibaretti bildiklerimiz. Bilgimiz zayıftı belki ama imanımız sağlamdı. İnancımız tamdı. Hem Rabb’imize, hem de arkamızda duracaklarına güvendiğimiz ağabeylerimize ve büyüklerimize. İnandığımız şey yalan değildi. İçimizdeki insanlığa hizmet aşkı ve tutkusu gerçekti. Niyetlerimizde bütün bir insanlığa hizmet vardı. Zira insana hizmet etmenin Hakk’a hizmet olduğuna inanıyorduk. Bu bir davaya inanmaktı ve bu yüksek inanç fedakarlık istiyordu.

Türkiye’nin en iyi hukuk fakültesinden mezun olmuştum ve muhtemelen pek çok arkadaşımın yaptığı gibi iyi bir kariyerin basamaklarına tırmanmak ya da maddi anlamda iyi bir gelecek kurmak imkanlarına sahiptim. (Tabii ki verdiği karardan dolayı şimdi Silivri’de yatan bir hakim ya da savcı olma ihtimalini de gözden uzak tutmamak gerek.) Sadece şahsımla ilgili bir mesele de değil bu. Türkiye’nin gerçekten en iyi üniversitelerinden mezun olmuş ve önlerinde çok iyi bir dünyevi gelecek olan binlerce adanmış vardı. Kararlarımız aynıydı. İnsanlığa hizmet adına yola koyulma kararını aldıran Rabb’imize sonsuz şükürler olsun.

Bugün geriye dönüp o günkü kararıma baktığımda; “Hayatımın en iyi kararı herhalde o karardı” diyorum.

O zaman Afrika’nın kara topraklarında küçük birer mum yakmaya ben gayret etmeseydim de o mumlar muhakkak yine yanacaktı. Ne var ki ben o hizmetten mahrum kalacaktım. Mahrum kalacak ve o günlerde yanmaya başlayan mumların bugün pek çok insanın yolunu aydınlatan birer deniz feneri haline geldiklerine şahit olurken işte bu mahrumiyetin ızdırabını yaşayacaktım.

Sadece 17 öğrenci ile, 18 yıl önce başladığımız yolculuğun 1700’den fazla mezuna ve yaklaşık 3000’e yakın öğrenciye ulaştığını gördüm Kenya’da. Hayatın pek çok alanında müesseleşmiş hizmetleri ile elde edilen seviye ise tahminimin çok üzerinde idi.

İnanmak mı demiştik? Bir insanın kendi şahsi hikayesinde bile bu denli parlak örnekler varken, elbette “Şükran O’na, minnet O’na” diyerek iman tazeliyoruz. ‘Hatib’in gözyaşları’ hala bize yoldaş.

O günlerde kaderin haklarında hicret hükmünü verdiği, ‘Günümüzün kara sevdalıları’ yollarına devam ediyor. Siyasetin sığ sularında belediye ihalesi kapmaya çalışanlara gelince; şimdilerde aldıkları ihalelerin boyutları değişti. Bir de onlar; gönül verdiğimiz hareketi bugünlerde buduyor görünüyorlar.

Ne keder! Değil mi ki ağacın kökleri onu bugünlere getiren hayat suyu ile hala irtibat halinde…

 

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.