‘Delikanlı hakimler neredesiniz?’

Osman Yüksel Serdengeçti merhum, “Bir nesli nasıl mahvettiler” isimli bir broşür neşreder.

İlk baskısı 1949 yılında yapılan broşürle ilgili olarak, daha sonraki baskılarının birinin önsözünde; bu 16 sayfalık broşürün nasıl da dönemin iktidarı tarafından takibe alındığını ve sonrasında başına gelenleri anlatır.

Kısaca; tek parti devrinin bakanlar kurulu kararı ve İçişleri Bakanlığı’nın emri ile, bastırdıkları broşür toplatılmak istenir. Reisicumhur İsmet Paşa imzası ile de Resmi Gazete’de “yasak kitap” olarak ilan edilir.

Sonrasında savcılığa celbedilip sorguya çekilirler. Ardından mahkeme süreci başlar.

Aradan neredeyse 70 yıl geçmiş. Fikir ve ifade özgürlüğü açısından ülke olarak bir arpa boyu yol alamadığımız anlaşılıyor.

Hatta günümüz Türkiye’sinde olup bitenlere bakılınca çok daha vahim bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz.

Bakın rahmetli Serdengeçti’nin hikayesinin devamı nasıldır:

25 haziran 1966 yılına ait kitabın üçüncü baskısının önsözünden devam edelim; “…Tepeden inme emirlerle harekete geçen savcılığın iddialarını teker teker ele alarak çürüttük. Bu iddialar mahkeme tarafından da tasvip edilmedi, broşürümüz serbest bırakıldı.”

Bir tarafta kudretli siyasi irade ve bu iradenin dayattıkları, diğer tarafta hakimler.

Demek o gün “delikanlı hakimler” varmış. Hukuku önceleyen, oturduğu mahkeme kürsüsünün hakkını verebilen, kimseye eyvallahı olmayan, kanunlardan başka kimseden emir almayan delikanlı hakimler.

Aslında o dönemde bile bu gibi örnekler az değildi. Hele bir tanesi var ki; bahsetmezsek kahramanlarına vefasızlık etmiş oluruz.

Yıl 1943. Üstad Bediüzzaman Hz. Kastamonu sürgününün ardından Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevkedilir. Kendisi ile birlikte 126 talebesi vardır ve dönemin hükümetinin baskısı ile idamla yargılanmaktadır.

Denizli’de ağır ceza mahkemesi reisi Ali Rıza Balaban bulunmaktadır.

Ali Rıza bey, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde (o zamanki adı ile Mekteb-i Kuzat) okuduğu yıllarda Bediüzzaman ile görüşmüş ve ilmine vakıf olmuştur.

Davayı inceleyen mahkeme heyeti sanıkların suçsuz oldukları kanaatine varmış olsalar da üzerilerinde çok ağır bir siyasi baskı vardır.

Reis diğer üyelerle görüşür, hepsinin kanaati aynıdır. Bütün baskılara rağmen mahkeme heyeti oybirliği ile beraat kararını verir.

Hele bir üye var ki unutulmaz. Hesna Hanım! Hesna Şener korkusuzca hukuku uygulamıştır.

O günleri yaşayan bazı şahitlerin ifadesine göre, siyasi baskılara göğüs germiş, hukuku çiğnetmemiştir. “Bir çok erkekten daha delikanlı çıktı” derler onun için.

Esefler olsun bugün geldiğimiz hale.

Kimsenin önünde iliklenmesin diye düğmesi olmayan cübbelerini iliklemeye yeltenip, siyasilere gerdan kıran yüksek mahkeme hakimlerinden, en alttaki ilk derece mahkemelerini işgal edenlere kadar bütün menfaat devşiricilere yazıklar olsun.

Nerede onlar nerede gerçek hukukçular.

Hukukun dar ağacı “Sulh Ceza Hakimlikleri”nde ilkokul müsameresinden öteye geçemeyen tiyatrolarla yüzlerce masum tutuklanırken, bir dönemin korkusuz hakimlerini iç çekerek yadediyoruz.

Avrupa’nın en büyük “adalet sarayları”nı inşa ediyoruz ama duvarlarında “Adalet Mülkün Temelidir” levhaları asılı bu binalar zulme ev sahipliğini yapıyor.

Evet hukukun bittiği bir devlet, ancak kabile veya mafya devleti olabilir.

Bir aile mafyası haline gelen devletimiz…

Türkiye’nin geleceğini çalan oligarşik bir azınlık ve bu azınlığın ülkeyi getirdiği durum işte budur.

Yaşadığımız bu uğursuz sürecin başladığı aylarda yazmıştım; “Anadolu, Moğol istilasından beri bu denli bir talan yaşamamıştır” diye. Her şey ve her değer yağma edildi. Bütün kutsallar çiğnendi, dinin içi boşaltıldı, hukuk ayaklar altına alındı.

Üniversitede iken Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyan arkadaşlarımızla aramızda tatlı rekabetlerimiz olurdu. Bir gün Mülkiyeli bir arkadaş okuduğu alanın değerini ifade sadedinde; “Askeriye artı Mülkiye eşittir Türkiye” demişti. Fakülte’nin birinci sınıfında idim ve bu ağır salvoya; “eksi adliye eşittir sıfır” diyerek cevap verdiğimi hatırlıyorum.

Evet bir ülkeden hukuku çıkardığınızda geriye ne kalır ki?

Bir devlette hukuk ve adalet kalmayınca o ülke varlık sebebini yitirmiş olur. Bütün kurumları ile yıkılmaya mahkum hale gelir.

Bugün Türkiye’nin geldiği durum budur.

Türkiye’yi idare eden zümre artık iflah olmaz bir vaziyettedir. Her geçen gün yeni suçlara bulaşıyorlar. Bu da onlara normal yollardan iktidarı bırakma imkanı tanımıyor.

Bir adamın hırsı ve paranoyası yüzünden her gün insanlarımız ölüyor.

Bir başkanlık sevdasına bir ülke göz göre göre parçalanıyor.

Anayasa fiili olarak yok hükmünde.

Asırlar önce, basit bir Alman köylüsü, hakkını gasp etmek isteyen Prusya Kralı’na, “Berlin’de hakimler var” diye meydan okumuştu. Neredeyse 250 yıl önce kudretli bir krala karşı o köylüde oluşan özgüven hukuka ve hakimlere duyduğu güvenin ifadesi idi. Bu tavır kralı durdurmuştu.

Ne yazık bize ve bizim hakimlerimize.

Evet ülkede hukuk katledilirken “Ankara’da hakimler var” diyemiyoruz.

Bu acı çaresizliğin en büyük sorumluluğu da, maalesef hakimlerimizdedir.

Haykırmak hakkımız değil mi?

“Delikanlı hakimler neredesiniz!?”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.