Yalancı bahar olmasın

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün Anayasa Mahkemesi kararıyla Silivri Cezaevi’nden tahliyesi, yurtta ve dünyada demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğünü önemseyenleri mutlu etti.

Temel özgürlük sorunları hâlâ yerinde duruyor ama kış ortasında tatlı bir bahar esintisi yaşamak güzeldi.

Demek ki Türkiye’nin Avrupa hukuk sisteminden kopmasını istemeyen, global sinyallere duyarlı ve o duyarlılığı eyleme dönüştürme cesareti gösterebilen devlet kurumları da hâlâ var. Bu, gelecek adına bir nebze olsun ümit verici. Tahliyelerde uluslararası toplumdan, özellikle ABD’den gelen baskıların etkisi de yadsınamaz.

Obama yönetimi Ankara’ya basın özgürlüğü konusunda eleştirilerini özellikle 1 Kasım seçim sürecinden bu yana gözle görülür şekilde yoğunlaştırdı. AKP’li fanatiklerin Hürriyet’e saldırısı, gazeteci Ahmet Hakan’a darp, İpek Medya Grubu’na gasp ve gazetecilere yağmur gibi yağan davalar, ABD gözünde seçim güvenliğine gölge düşürdü. Yönetim sözcüleri, Türk-Amerikan ilişkileri yakın tarihinde ilk kez bir seçime ilişkin ‘özgür ve adil’ ifadelerini kullanmadı. Türk muhataplarını tebrikten kaçındı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) resmi raporunu bekleyeceklerini ifade ettiler.

DÜNDAR VE GÜL’ÜN TUTUKLANMALARI ABD İÇİN MİLAT OLDU

Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ve başka bazı karanlık icraatları örtbas etmek için 17-25 Aralık 2013’ten bu yana bağımsız medyaya uygulanan sistematik yıldırma ve baskılar, uluslararası camianın dikkatini ve tepkisini çekiyor. Can Dündar ve Erdem Gül’ün kasımda tutuklanmasıyla o hassasiyet zirveye tırmandı. Sürecin başlarındaki nispeten ilgisiz ve düşük profil tavrını değiştiren Washington için de Dündar ve Gül tutuklamaları bir çeşit milat oldu. Tutuklu yargılanan 30’u aşkın gazeteciden hiçbiri için gösterilmeyen oranda sert ve yoğun tepkiler geldi ABD başkentinden. Bu, bir yönüyle sabır taşının çatlaması ve son damlanın bardaktan taşmasıydı. Diğer yönüyle ise Türkiye’de laik çizgisiyle temayüz eden köklü basın kuruluşlarından Cumhuriyet Gazetesi’ne ve özellikle sembol isimlerinden Can Dündar’a gösterilen sempati, saygı ve itibarın ürünüydü.

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin olumlu referansları, kırmızı alarm veren uluslararası basın meslek kuruluşlarının güçlü telkinleri ve Washington’daki önde gelen Türkiye uzmanlarının özellikle kapalı toplantılardaki analizleri, Obama yönetiminin üzerinden ölü toprağını biraz atmasına vesile oldu. Başkan Yardımcısı Joe Biden, ocakta Türkiye’ye yaptığı resmi ziyarette Amerikan makamlarından uzun süredir görülmedik derecede yüksek perdeden demokrasi ve basın özgürlüğü sorunlarına işaret eden beyanlara ve temaslara imza attı. Bunlar arasında Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar ve oğlunu kabul de vardı.

Dilek Dündar, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) oldukça üst düzey bir mesleki dayanışma etkinliğine katılmak üzere geçen hafta ziyaret ettiği Washington’da, başta ABD Dışişleri’nin iki numarası müsteşar Antony Blinken olmak üzere yönetimin önde gelen isimleriyle de görüştü. Bütün bunların ‘Dündar ve Gül’ü Erdoğan’a yedirtmeyiz’ mesajı anlamına geldiğini idrak için, uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok. Her şey son derece açık.

İNCİRLİK’İ KAYBETME KORKUSU AZALINCA

Peki ne oldu da İncirlik’teki askeri imtiyazlarını kaybetmeme uğruna Ankara’nın özgürlük günahlarına şimdiye dek büyük ölçüde göz yuman Obama yönetimi tavır değiştirdi? İnsan hakları ve basın özgürlüğü sorunlarına neden daha bir dikkat, özen ve cesaretle yaklaşıyor olabilirler? Cevabı Center for American Progress (CAP) uzmanı Alan Makovsky’den alalım: ‘Türkiye-Rusya ihtilafı, Türkiye’nin bizi İncirlik’ten sürmeyeceği yönünde daha fazla güven aşılıyor’. Yani, Rusya’nın tehditleri Ankara’ya ABD ve NATO’yla askeri ittifakın vazgeçilmez avantajlarını tekrar hatırlattı. Artık İncirlik’i Amerikalılara kapatma kozunu eskisi kadar etkili kullanamıyorlar.

İnsan hakları ve demokrasi konularında ABD’nin Ankara’ya daha fazla bastırması lazım diyenlere Beyaz Saray çevrelerince şimdiye dek genelde ‘Elimizde manivela (baskı gücü) yok’ karşılığı veriliyordu. Suriye’de sıkıştıkça sıkışan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Davutoğlu hükümeti, Rusya’yla kafa kafaya gelerek o manivelayı kendi elleriyle ABD’ye teslim ettiler. Amerikalılar, ‘Baskı yapsak bile zaten Ankara’dakiler bizi dinlemezler’ mazeretine de sıkça sarılıyorlardı. Bu baştan beri bana hiç inandırıcı gelmiyordu. Dündar ve Gül’ün serbest bırakılması olayı da gösterdi ki, uluslararası telkinler, özellikle de ABD’den gelenler pekala sahada farklılık yaratabiliyor.

DÜNYA AYRIM GÖSTERMEKSİZİN TÜM GAZETECİLERE SAHİP ÇIKMALI

Uluslararası camia, basın özgürlüğü ve demokrasi konularında telkinlerini çekinmeden sürdürmeli. Basit pragmatik hesaplara kurban etmemeli. Hapisle ve taciz edici davalarla özgürlükleri elinden alınan, patron ve hükümet baskısına maruz kalan, kendini sansürleyen, işten atılan ve mesleki onuru çiğnenen tüm gazetecilere ayrım yapmaksızın aynı derecede duyarlılıkla sahip çıkılmalı. Dünyadaki hassasiyet düzeyi daha da yükselmedikçe Dündar ve Gül’ün tahliyesi yalancı bahardan öteye geçemez. Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin tahliye kararına saygı duymadığı ve uymadığı yönündeki ifadesi, bunun en açık delili.

Gönül isterdi ki Türkiye’nin kendi iç hukuku ve demokratik gelenekleri, basına ve özgürlüklere tasallutlara karşı etkili bir savunma geliştirebilsin. Ve Türkiye halkı, seçtiği idarecilerin özgürlük gasplarına yeterli tepki gösterebilecek eğitim ve duyarlılık seviyesine sahip olabilsin. Bu avantajlardan maalesef büyük ölçüde mahrum olan Türkiye, demokrasisini ayakta tutabilmek için uluslararası camiadan koltuk değneğine muhtaç. Ülkeyi bu hale düşürenler utansın.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.