Akvaryum medyasında göremedikleriniz

Ortadoğu’da hadiseler baş döndürücü bir hız kazanırken, Türk dış politikası ise baş aşağı gitmeyi sürdürüyor.

Özellikle son beş yılda yoğunlaşan kendini beğenmiş, maceraperest, öngörüsüz ve kapasiteyi aşkın hamleler bir bir duvara çarpmaya, baş mimarları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun elinde patlamaya başladı.

Öncelikle havuz, daha doğrusu, akvaryum medyasının sıkı müdavimlerine zorunlu bir sağlık uyarısı: Yazının devamını okuyup gerçek zehirlenmesine uğrarlarsa, sorumluluk kabul etmiyorum. Dış politika cephesinde Türkiye’nin nasıl bir zillete düşürüldüğünü akvaryumdakilerin bilme şansı yok. Her gün yeni bir kaleye fetih sancağı dikildiğini sanıyorlar. Oysa gerçek, tam aksi. Türkiye uluslararası arenada -gerek katı gerek yumuşak gücüyle- büyük bir ricat sürecinde. En aciz dönemlerinden birini yaşıyor.

Avrupa Birliği’nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Pierini, National Interest dergisindeki ‘Türkiye’nin Hükümranlık Hülyaları’ başlıklı yazısında durumu gayet veciz özetlemiş: “Erdoğan, mazide kalmış Osmanlı haşmetini geri getirme ve Batı, Rusya, Orta Asya ve Ortadoğu ile ilişkilerle hokkabazca oynayarak Türkiye’yi jeopolitik olarak ‘ortada bir güç’ haline dönüştürme hayaline sarılmıştı. O hayal şimdilerde IŞİD’le ilgili (Türkiye’den algılanan duygusal ikilemini açıklığa kavuşturmasını bekleyen bir Batı koalisyonu ve Türkiye’nin inisiyatifini çalan Suud önderliğindeki Müslüman koalisyonu dâhil) iç açıcı olmayan yeni gerçeklere, Rusya’yla ihtilafa ve hem Irak ve Suriye hem de yurtiçinde kuvvetli bir Kürt güç üssünün zuhur etmesine toslamış bulunuyor.”

‘RECEPLİ DEVLETİ’ NEREYE?

Üç kıtaya yayılan Osmanlı Devleti yedi asır yaşadıktan sonra yıkılmıştı. Nevzuhur ‘Recepli Devleti’mizden ise daha kuruluş yıllarında çatırdama sesleri geliyor. Yıkılış döneminde Osmanlı için kullanılan ‘Avrupa’nın hasta adamı’ tabiri kullanılmıyor henüz ama yakında onu da duyarsak şaşırmayın. (Akvaryum ahalisine son uyarımdır, başınızı hemen suya sokun)

Türkiye’de yeri göğü inleten, muhaliflerine hayatı zehir etmeyi iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, son zamanlarda uluslararası camiada sesi pek bir kısık çıkıyor. Suriye sınırımızı ihlal eden Rus uçağının  düşürülmesi sonucu eski dostu Rusya lideri Vladimir Putin’in hışmına uğradı. “Üzgünüm” dedi, alttan almaya çalıştı, ama nafile. Çılgına dönen Putin gerek stratejik, gerek ticari açıdan Türkiye’ye elinden gelen her darbeyi vurmaya kararlı. Bu yüksek gerilim politikasının Rusya açısından ne denli makul ve sürdürülebilir olduğu şüpheli. Ancak kısa vadede bile doğurduğu zorluklar, Ankara’nın başını ciddi şekilde ağrıtmaya yetti. Erdoğan komutasındaki AKP hükümeti, bir zamanlar celallendiği, hatta yer yer Türkiye’yi karşısına konumlandırmaya çalıştığı NATO, ABD, Avrupa Birliği ve hatta İsrail’e yanaşma mecburiyeti hissediyor.

İSRAİL’LE MECBUREN VE PRAGMATİK EL SIKIŞMA

Woodrow Wilson Center Ortadoğu Programı Direktörü Henri Barkey, hükümetin İsrail’le ilişkileri normalleştirme teşebbüsünü dış politikada “kendi yarattığı ablukayı yıkmak açısından pragmatik” bulduğunu söylüyor. Barkey, Washington’da bu hamlenin sadece Türkiye-Rusya ilişkileri kötüye gittiği için yapılmadığını düşünenlerden. Kıbrıs sorununa çözüm fırsatı ve doğalgaz ticaretini de kapsayan daha geniş bir çerçeve söz konusu.

Rusya’nın da gelmesiyle Doğu Akdeniz’de ısınan suların Türkiye, İsrail ve Kıbrıs’ı içine alan geniş tabanlı bir enerji mutabakatıyla biraz olsun serinleme ihtimali ABD’yi de ümitlendiriyor. Dışişleri Bakanı John Kerry, Kıbrıs’ta  Türk ve taraflarca kayda değer oranda olgunlaştırılmış barış çözümünü hızlandırmak amacıyla ay başında adayı ziyaret etmişti.

Ankara’nın Rusya’ya doğalgaz bağımlılığını İsrail ve Kıbrıs’taki kaynakları birleştirip Türkiye’ye aktaran bir boru hattıyla azaltma girişimi yerinde. Öte yandan, zoru ve çıkarı görünce, nefret kampanyalarının merkezine oturttukları İsrail’le ‘one minute’ siyasetini terk edip -ya da ara verip- el sıkışmaları, akvaryumdakileri bile dumura uğratabilecek bir çelişki.

MUSUL’DAN ASKER ÇEKME FİYASKOSU

İsrail konusunda gerçekçi ve pragmatik davranma becerisini gösteren hükümet, Suriye ve Irak’ta ise ‘yenilen pehlivan güreşe doymaz’ sendromu yaşamayı sürdürüyor. Ankara, şu gerçeği hâlâ göremedi ya da kabullenemedi: Büyük oyuncular ABD ve Rusya, Şam’da ve Bağdat’ta Sünni olmayan rejimlerle yaşayabilecekleri konusunda mutabakata vardı. Suriye’de barış için cuma günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde oybirliğiyle kararlaştırılan yol haritası, ABD’nin Esed rejiminin değişmesi ön şartından vazgeçmesi sayesinde Rusya’dan veto yemedi. Ankara ise Irak’ta Şii merkezi hükümetini taciz eden, Şam’da rejimi yıkmakla kafayı bozmuş tavırlarıyla hem Moskova’yı hem Washington’u rahatsız ediyor.

Musul’dan asker çekme krizi, artan yalnızlaşmanın son örneği. Ankara, Irak Kürdistan bölgesindeki Başika üssünü IŞİD’e karşı kurduğuna, IŞİD’in baş düşmanı ABD’yi bile ikna edemedi. İran, Rusya ve iç siyasi muhalefetin bastırmasıyla sesini yükselten Bağdat hükümetine Washington da güçlü destek verdi. Önce Başkan Yardımcısı Joe Biden, Davutoğlu’nu; ardından Başkan Obama, Erdoğan’ı arayarak çift dikişli baskı diplomasisi yürüttü. Erkekliği bozuntuya vermemek için akvaryumdakilere aktarılan çelişkili ve asılsız bilgilere bakmayın. Bu baskıya direnmek zor. Suriye’deki vatan parçası Süleyman Şah türbesini taşımasının ardından, Türkiye Irak’ta da tarihi bir ricata mecbur kalmış durumda.

Keşke zaferden zafere koşsaydık da onu yazsaydık. Milli çıkarlar zarar görürken milli duyguları istismar edip gerçekleri tersyüz edenlere son sözüm: Dünya akvaryumdan büyüktür.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.