Erken Seçimde AKP’yi Ne Bekliyor?

İster idare edilen küçük bir mahalle, ister kocaman bir devlet olsun yöneticilik her daim belli vasıflara sahip olmayı gerektiren bir zanaat olarak karşımıza çıkar. Yöneticiler bilgili, erdemli, becerikli insanlar oldukları gibi iletişim becerisi yüksek ve sosyal bilimlere vakıf insanlar da olmak zorundadırlar. Eğer kitlelere hükmeden insanlar psikoloji, sosyoloji ve tarih bilmiyorlarsa hem kendi, hem de tebaalarının sonlarını hazırlayacaklar demektir.

7 Haziran seçim sonuçları açıklandığı günden bu yana iktidar partisinin koalisyon hükümeti kurmaya hevesli olmadığı ve tekrar erken seçime gitme ihtimaline daha sıcak baktığı artık herkesin malumu. Yapılan görüşmeler henüz nihai neticeyi vermemiş olsa da en azından sergilenen hal ve tavırlar bu iddiayı destekler hükmünde. İktidar partisine göre çözüm sürecinin bitirilmiş olması yeni bir seçimde MHP’den bir kısım oyların tekrar devşirilmesine neden olabilir. Yıllar sonra tekrar başlayan terör hadiseleri ise HDP’nin baraj altında kalmasını sağlayabilir. Dolayısıyla iktidara tek başına sahip olabilme ihtimalinin doğması bir kere daha halkın önüne çıkmayı kendi zaviyelerince mantıklı hale getiriyor.

Devlet Adamları Bilimsel Düşünmüyor

Evdeki hesap bu. Peki, evdeki hesap çarşıya uyacak mı? Hırslı devlet adamlarına sorarsanız evet bu hesap tutacak, kaybedilen oylar tekrar ütülecek. Ama eğer aynı soruyu sosyal bilimcilere sorarsanız hayır bütün bu beklentiler karşılanmayacak. Karşılanmadığı gibi iktidar partisi daha fazla oy kaybedecek. Yapılan yeni seçim kendilerine tek başına iktidar getirmediği gibi iktidardan daha da çok uzaklaşmasına sebep olacak.

ABD’li Psikolog Abraham Maslow  tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışma, sonrasında Maslow teorisi olarak geliştirilmiştir. Bu teoriyle Maslow insan ihtiyaçlarını önem sırasına göre kategorize etmiştir. Maslow, insan ihtiyaçlarını sıralarken en temel ihtiyaçların fizyolojik ihtiyaçlar olduğunu söylemiş bir insanın nefes almasını, beslenmesini, uyumasını yani kısaca sağlıklı hayat yaşamasını ihtiyaç sıralamasında ilk sıraya koymuştur. Bu sıralamanın ikinci basamağında ise güvenlik ihtiyaçları gelmektedir. Eğer insanlar içinde bulundukları toplumda hayatının, malının ve işinin emniyetinden endişe ediyorlarsa bir insan olarak kendilerini gereksinimleri karşılanmamış olarak görmektedir.

Maslow’un sıralaması yerinde bir sıralamadır. Efendimiz’in (sav) şu hadisi Maslow’un sıralamasının doğruluğunu teyit etmektedir. ‘’Her kim sağlığı yerinde, mal ve namus güvenliği içinde ve o günlük yiyeceği yanında olmak üzere sabahlarsa, sanki bütün dünya onunmuş gibi Allah’a şükretsin.”

Koalisyon hükümeti kurulacak mı bilmiyorum ama kurulmadığı taktirde AKP’yi zor günler bekliyor onu biliyorum. Zira son iki aydır ekonomik göstergeler bariz bir şekilde baş aşağı gitmeye başladı, her gün birkaç şehit haberi geliyor, devlet görevlileri kaçırılıyor, uzmanlar sürekli canlı bomba ihbarı yapıyor. Geçiminden ve güvenliğinden endişe eden insanların elbette sebep olduğunu düşündüğü insanlara verecek bir cevabı olacaktır. İdarecilerin suçlu ben değilim falan parti veya filan dış mihrak demesi halk tarafından mazeret olarak kabul edilmeyecektir. Bu iddiayı yaşanmış bir tecrübeyi naklederek ispat etmek istiyorum.

Tunus’ta 17 Aralık 2010 tarihinde zabıtalara kızan bir seyyar satıcının kendisini yakmasıyla başlayan halk ayaklanması, kısa sürede bütün ülkeye yayılır. Tunus lideri Zeynel Abidin’in 14 Ocak 2011 de ülkeyi terk edip Suudi Arabistan’a sığınmasıyla da devrim son bulur.

Devrimin akabinde ekonomik kaynakların halka adil dağıtılması, devletin halkına karşı otoriter tavırlar sergilememesi ve dindarlığın toplumsal hayatta artması gerektiğini savunan İslami Nahda cemaatinin lideri Raşid Gannuşi partisini kurar. Ekim 2011’de yapılan seçimlerde Nahda %41,5 oyla açık ara farkla seçimi önde kapatır. Hiç tahmin etmedikleri bir süreç kendilerini hazırlıksız yakalamış, beklemedikleri bir anda hükümetin büyük ortağı halini almışlardır.

Halk Mazeret Kabul Etmez

Nahda hükümet olmuştur ama çok zor günler geçirmektedir. Ekonomik beklentileri karşılayamadığı gibi kendi dönemlerinde başlayan terör olayları ile baş edememektedir. Ülkede siyasi cinayet işlenmekte, muhalefet liderleri öldürülmektedir. Bu gelişmeler halkta büyük huzursuzluk oluşturur. Gannuşi ve arkadaşları çok önemli bir karar alıp hükümetten çekilirler.

Erken seçim kararı alırlar. Ekonomik beklentilerin karşılanmamasını ülkedeki sendikalara, siyasi cinayetleri ise dış mihraklara yüklerler. Nahda Partisi yaptığı bu propaganda sayesinde seçimde tekrar birinci parti çıkma ihtimalinin çok yüksek olduğunu düşünmektedir. Ama olmaz. Ekonomik ve güvenlik ihtiyaçları karşılanmayan halk tekrar Nahda’ya şans vermez. 2014 seçimlerinde Nahda % 31,8 de kalır ve iktidarı kaybeder.

Şimdi sesli düşünelim: Her geçen gün ekonomik krizin kendisini daha çok hissettirdiği ve kaosun ülke sathı mahiline daha çok yayıldığı bir ortamda gidilen seçimden iktidar partisi istediğini alabilir mi? AKP’li liderlere sorarsak evet ama sosyal bilimlere sorarsanız asla. Hele ki bu kaosun tuzu biberi olsun diyerek her gün bir okulun polislerce basıldığı, camilerin kapatıldığı, insanların devlet eliyle sınıflandırılıp ve aşağılandığı bir ortamda alınacak tek sonuç hezimetin ta kendisi olacaktır.

Demedi demeyin.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.