İnsan hiç kız kardeşini sokağa atar mı?

Rivayet edilir ki, Bilge Kral Aliye İzzet Begoviç, ölüm döşeğinde Türkiye’nin Başbakan’ına, “Bosna’yı size emanet ediyorum. Bosna sizin kız kardeşiniz…

İnsan hiç kız kardeşini gecenin yarısında sokakta bırakır mı?” demiş…

Aslında âyetin hükmüyle “Bütün müminler birbiriyle kardeştir.” Hatta kardeşten başka bir şey değildir. Hucurât Sûresi’ni iyi okuyalım…

Mesele böyle olduğu halde, aynı Nur Külliyatı’nı okuyanlar, Nur Sûresi’nin Nur âyetinin ifade ettiği hakikatin, bir ayet sonra bulunduğu evlere ve o evlerde kalan kardeşlerine “hayvan ini” diyen orada Risale mütalaa edenlere “haşhaşî” diyen ve Hitler’in Yahudilere lâyık gördüğü “virüs” tabirini söyleyenlere alkış tutabiliyorlar…

Bazıları da “Bunlar artık, bitip tükendiler!” diye naralar atıyorlar.

Bazıları, o kardeşlerinin himayesinde, mağdur zamanlarında, gazetelerinde yazı yazma imkânı buldukları halde, hafif bir devir değişikliğinde “Artık bilek güreşinde mağlup oldunuz. Kabul edin… Gidin galiplerin önünde eğilin…” diyor, adeta diz çöküp özür dilemelerini istiyorlar…

Bazıları, gece gündüz nefis terbiyesi için zikir çekip, dünyanın menfaatlerinin geçici olduğunun dersini aldıkları halde “Şunların bankası ellerinden alınsın, bize verilsin… Gazeteleri ve televizyonları bize teslim edilsin” diye bekliyorlar…

Bazılarının yetiştirdikleri hukukçular, aynı seccadede art arda namazlarını eda ettikten sonra iftiraya uğramış kardeşlerini hapse göndermekte hiç tereddüt etmiyorlar. Saygı duyduğumuz rehberleri de bunun farkında ve hiç kılları kıpırdamıyor.

Bazı kalemşörler, kurban edilmeye çalışılan kardeşlerini görüyor, kesmeye çalışanların ne kadar haklı olduklarını isbat için, edebî güçlerini ve kalemlerinin oynaklığı içinde gayret sarf ediyorlar. Hatta “Kurban olmaya niye razı olmuyorsunuz da, feryad ediyor, kasabı rahatsız ediyorsunuz?” diye ince sitemlerde bulunuyorlar…

Ama yanıldıkları bir nokta var! Onlar mümin olmalarına rağmen Allah’ın planını hiç hesaba katmıyor, “Cenab-ı Hak, bu yaptıklarımıza ne der?” diye hiç muhakeme ve muhasebe yapmıyorlar. Kendilerinin nasıl bir teste tutulduklarını düşünmüyorlar. Sanki ehl-i dünya gibi, günlerini gün etmeye, dünyalıklarını artırdıkça artırmaya çalışıyorlar. “Çokluk onları oyalayıp aldatıyor.” Maalesef bu imtihanı kaybettiler. Bütün dünya müşahitlerinden çok kötü not aldılar.

Mağdur ve mazlumlara gelince, zaten bu yol, nebilerden kalma, bilhassa âhir zaman Nebisi, Mahzun Nebi, Habib-i Ekrem’den (sas) kalma bir sırat-ı müstakîm… O’nun gerçek çırağı; izdüşümü, senelerce memleket hapishanelerinde, sürgünlerde ömür tüketen Bediüzzaman’ın yolu… Böylece mağdurluk ve mazlumlukta O’nun gerçek takipçileri de anlaşılmış oldu. Ufak dünya menfaatleri uğrunda kim kimin yanında yer aldığı da belli oldu… Vârislik lâf ile olmuyormuş, bunu da aklı başında herkes gördü…

Bütün bunlara rağmen, mağdurlara ve mazlumlara da düşen aynen Üstad Hazretleri gibi, kaderin buna niçin fetva vermiş olabileceğini düşünmek, İlahî hikmeti araştırmak, kendilerinin de nerede kusur işlediklerini aynen Üstadları gibi kılı kırk yararcasına araştırmak ve gerekli dersleri ve ibretleri alarak yollarına devam etmek…

Görüldü ki, bazıları, gecenin yarısında kız kardeşlerini sokağa atmakta tereddüt etmiyorlar. O zaman birer bahadır yiğit olmaya gayret etmeliler, Allah’a dayanıp kendi kendilerine yetmeye çalışmalılar. Kâbil ile başlayan maraz-garaz, haset-fesat demek ki hiç bitmeyecek. Ona göre hazırlıklı olmaya gayret etmeli ve sadece işlerine, iman-Kur’an hizmetine bakıp yollarına devam etmeliler…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.