Hangi derdimize yanalım?

Türkiye, çok karanlık bir dönemden geçiyor. Adeta musibet bombardımanı altında. Bugünkü musibet, dünkünü aratıyor. Hangi derdimize yanacağımıza şaşırdık.

Askerimizin, polisimizin maalesef artık rutinleşen terör saldırılarına maruz kalışına mı yanalım? Ankara’da Cumhuriyet tarihinin en kanlı intihar eylemiyle paramparça olan yüzlerce cana, milyonlarca yüreğe mi yanalım? Yoksa, vatandaşın en temel yaşam hakkını korumaktan bile aciz idarecilerin pişkin ve mağrur tavırlarla hâlâ sorumluluk kabul etmemelerine, hatta başkalarına atmalarına mı yanalım?

Devletin en önemli güvenlik birimlerinin oligarşik çıkar gruplarının hizmetkârı haline getirilmesine; onlar adına intikam ve yıldırma operasyonları yapmaktan, ülkeyi ve halkı koruma görevlerini ifa edemeyişlerine mi yanalım? Mesela Ankara’yı kana bulayanların eğitildiği terör yuvalarına baskın yapıp bu tür eylemleri önleyeceklerine, terörün panzehiri pırıl pırıl okullara, çocuk yuvalarına kadar musallat olmalarına mı yanalım?

BAHŞİŞİNİ ÖNDEN ALANLAR

Bahşişini önden alanlar tayfasının sırtını devletteki yandaşlarına dayayıp elini kolunu sallayarak dolaşmasına, tehditler savurmasına, hedef göstermesine mi yanalım? Anayasası, yasaları, teamülleriyle köklü bir devlet geleneğinin, o tayfanın keyfine göre hercümerc edilmesine mi yanalım?

Mitinglerde konuşurken halkı oluk oluk kan akıtmaya teşvik eden iktidar yanlısı mafyatik figürler hesap sormak şöyle dursun alkışlanırken; ‘barış’ diyen meşru muhalefet partilerine, sivil gruplara, medyaya, aydınlara, sade vatandaşlara terörist yaftası vurulmasına, kanunî yaptırımlar uygulanmasına mı yanalım?

Bu tür arızaları dile getirmeye çalışan bağımsız gazetecilerin devlet ve patron baskısına uğramasına, işten çıkarılmasına, mahkeme mahkeme süründürülmesine, hapse atılmasına, günlerce, haftalarca, aylarca esir tutulmasına, maddî manevî işkencelere maruz bırakılmasına mı yanalım?

DUMANLI VE KENEŞ’İ KURBAN VERDİK

Bu bağlamda, geçen hafta Zaman camiası olarak çok değerli iki meslektaşımızı kurban verdiğimize, kanunî ve psikolojik tarassutlardan dolayı görevini yapamaz hale getirilen

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın istifa mecburiyetinde kalmasına, Today’s Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş’in eleştirel ‘tweet’lerinden dolayı hapse atılmasına mı yanalım?

Farklı kurum ve görüşlerden muhalif gazeteciler sistemli şekilde susturulmaya çalışılırken, bir grup bağımsız TV kanalı Digiturk’ten hukuksuzca çıkarılırken, seçim öncesinde ifade özgürlüğü alanı iyice daraltılırken; bazı meslektaşlarımızın herkes için basın özgürlüğünü savunmaktansa seçici davranmasına, eski defterleri karıştırmasına, önyargılarının esiri olmasına, sonuçta başkalarını eleştirdikleri ilkesizlikleri yapmasına mı yanalım?

Türk-Kürt, Alevi-Sünni, mümin-kâfir, bizden-onlardan gibi ayrımcılıkları açık ve şifreli söylemleriyle kışkırtan, toplumsal huzuru dinamitleyen, kutuplaşmayı körükleyen bir kısım siyasî liderlerin, karşımıza birlik ve beraberlik kahramanıymış gibi çıkıp zekâmızla alay etmelerine mi yanalım? Güvenlikçi akılla bir asırdır çözülemeyen Kürt meselesinde tekrar aynı plağı çalmalarına, sahada değişen sosyolojik ve konjonktürel gerçekleri göz ardı etmelerine, ülkeyi topyekün iç savaşa dönüşme potansiyeli taşıyan ciddi bir kaosa itmelerine mi yanalım? Üstelik bütün bu felaketlerden, dökülen ve muhtemelen dökülmeye devam edecek kanlardan, şahsî ve siyasî emelleri için faydalanma teşebbüslerine mi yanalım?

 ULUSLARARASI İTİBARIMIZ ERİYOR

Türkiye’nin bir refah ve özgürlük projesi olan Avrupa Birliği’ne üyelik idealinden her geçen gün uzaklaşmasına, İslam dünyasında başarılı bir demokrasi modeli iddiasını Tunus’a kaptırmasına, Ortadoğu’nun şiddet ve otoriterlik girdabına girmesine, sınır güvenliğini bile artık doğru dürüst koruyamamasına, IŞİD’li teröristlerin yolgeçen hanı olmasına, Soğuk Savaş yıllarındakine benzer şekilde global güçler ABD ve Rusya’nın tepişme alanı haline gelmesine, tarihsel rakibi İran’a mevzi kaybetmesine; zayıf diplomasisi ve içerideki baskıcı uygulamalardan dolayı uluslararası itibarının, caydırıcılığının ve yumuşak gücünün erimesine mi yanalım?

Çok başlılık ve sistematik yolsuzluklardan dolayı ekonomide büyüme, enflasyon, ihracat ve cari açık gibi hedeflerin ıskalanmasına; liranın dolar karşısında rekor düzeyde değer kaybetmesine; zenginin daha zengin, fakirin daha fakir hale gelmesine; orta sınıfın borç batağına saplanmasına, yabancı sermayenin ülkeden kaçmasına, haraç vermeyi reddeden yerli sermayenin cendereye alınmasına, ticari engeller çıkarılmasına, haksız rekabete maruz bırakılmasına mı yanalım?

HİPNOZLA KAYBEDİLEN DEĞER ÖLÇÜLERİ

En trajik olanı da, ülke böylesine kötü yönetiliyor ve uçuruma sürükleniyorken, milyonlarca vatandaşın toplu hipnoza uğramışçasına topluma kötü örnek olan bazı siyasî liderlerin peşinden hâlâ koşmasına; zulümlerine, haksızlıklarına, günahlarına ortak olmasına, değer ölçülerini kaybetmesine mi yanalım? ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’, ‘dinsizin hakkından imansız gelir’ gibi yaklaşımlarla toplumsal vicdanın çürümesine mi yanalım? Dinin ahlaktan ziyade ideoloji üretir hale getirilmesine, siyasallaştırılmasına, içinin boşaltılmasına mı yanalım?

Umarım huzur ve refahımızı tamamen kaybetmeden, toprak bütünlüğümüz tehlikeye girmeden, içeride ve dışarıda savaşlarla enerjimizi tüketmeden, dünyaya daha fazla maskara olmadan, bu derin siyasî ve toplumsal krizi atlatırız. Şu anda ülkeyi yöneten irade miadını doldurdu. Eski başarılı icraatlarından eser kalmadığı gibi, ilk on yıldaki çoğu kazanımı da kendi elleriyle bir bir sıfırlıyorlar. Memleketi yanlış istikamete sürüklüyorlar. Tablo karamsarlık aşılıyor ama bence her şeye rağmen bu ülkeden, bu halktan ve demokrasiden ümidi yitirmemek lazım. Geldikleri gibi giderler…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.