Ateş içinde açan çiçeklerden

Mustafa  Göktepe Bey dil hatta yol yöntem bilmeden sırf  Allah rızası ve hizmet için yollara düşüp bilmedikleri bir ülkede gayret gösteren adanmış ruhların karşılaştıkları maddî-manevî zorlukları şöyle anlatıyor:

İlk yola çıkan arkadaşlar Brezilya’ya 2004 yılının başında geldiler. Yoğun bir Portekizce kursu aldılar, fakat dili ciddi manada ancak hizmet etmeye başlayınca çözdüler.

Daha bir yıl dolmadan zar-zor bir kültür merkezi için mekân kiralanmıştı (23 Aralık 2004). Burada Türkçe dersleri vereceklerdi. Hem kendi Portekizceleri yeterli olmadığından, hem hiçbirinin branşı dil olmadığından, herhangi bir ücret almadan, üniversite öğrencilerine kurs vermeye niyetlendiler. 5-6 ay süren bu Türkçe kursları süresince, hiç şüphe yok ki arkadaşların öğrettiği Türkçeden daha çok arkadaşlar öğrencilerinden Portekizce öğrendiler.

O günlerde ezana-camiye son derece hasrettik. Kapısına gidip “Hayırlı işler abi” diyeceğimiz, çayını içeceğimiz bir esnaf abimizin bile olmayışı, kültür farklılıkları, bizim diyarda günah sayılan pek çok şeyin sıradan olduğu ve bu günahların daha bıyıkları terlememiş arkadaşlarımızı ciddi tehdit ettiği bu ülkede, istikameti muhafaza etmek için sıklıkla kendilerine sordukları soru şuydu: “Biz buraya niye geldik?”

Arkadaşlardan bir tanesi şöyle demişti: “İlk vardığım günü dün gibi hatırlıyorum, 4 Mart 2004. meşhur Karnaval Festivali birkaç gün önce bitmişti. Hayatımda ilk defa uçağa binmiştim ve 20 saatten fazla uçak seyahatiyle Sao Paulo’ya varmıştım. Portekizce okuyacağım kursun müdiresi elinde ismimin yazılı olduğu bir plaka ile beni bekliyordu. Ama kılık kıyafetini görünce “Allah’ım beni burada muhafaza et” duası dilime dolandı. Beni yanında kalacağım ailenin evine götürdü. İki odalı o evde, evin sahibi yaşlı kadının benim yaşlarımda genç bir kızı, yine aynı yaşlarda Hollandalı misafir bir kız öğrenci ve ben kalacaktım. Kılık kıyafetleri, münasebetlerdeki rahat tavırları beni çok endişelendirdi. Biraz kafamı toparlayayım diye tek müsait yer lavaboya girdim. Oradaki dergiler içerisinde, haftalık haber-magazin dergilerinin yanında müstehcen kadın resimlerini fark edince yaşadığım şoku anlatmam çok zordu. Bir aile evi böyleyse, gençlerin, bekârların ortamları nasıldır diye düşündüm. O gece yaptığım duaları çok iyi hatırlıyorum, çoğunu günlüğüme yazmışım. 25 gün kaldığım o evde, o bayanlarla yalnız kalmayayım diye çoğu zaman erkenden, akşam yemeğini bile yemeden yattığımı hatırlıyorum. Geceleri kalkıp yatsı namazını kılıyor, dua ediyor ve ders çalışıyordum.”

Brezilya -maalesef- domuz etinin ve ürünlerinin çok tüketildiği bir ülke. O yüzden dışarıda bir şey yemek çok zor. Hele de ilk günlerde, doğru düzgün konuşamazken, helal-haram nedir nasıl anlatılacak? O yüzden arkadaşlar içinde et olan bir şey yememek durumundaydı.

Bu arkadaşlardan bir tanesi anlatıyor: “Dünyada en çok et üretilen, tüketilen, ihraç edilen ve belki de etin en iyi pişirildiği ülke olan Brezilya’da tam 8 ay et yemedik. Ta ki caminin sokağında helal bir lokanta bulana kadar. O ilk günlerde  yediğimiz etlerin kilosunu aradan geçen 10 yıla rağmen hâlâ eritemedim.”

Arkadaşlar artık evlerinde ve müesseselerinde helal et sorununu halletmiş olsalar da, hâlâ dışarıda “vejetaryen” yaşıyorlar.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.