Ali H. Aslan
Eski Yazıları
Yazık oluyor Türkiye’ye
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, desteklediği Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 1 Kasım sandık zaferinden sonra, tüm dünyaya sonuçlara saygı duyma çağrısını boşuna yapmadı.
Bir siyasi partinin en yakın rakibine 24 puan fark atarak yüzde 49 oyla tek başına iktidar olduğu bir seçimin sonucuna normal şartlarda dünyada kimse laf edemez. Ama danışmanları Erdoğan’a seçimin uluslararası camiada tartışmalı bir konumda değerlendirileceğini anlatmış olsa gerek ki, önalıcı hamleler yapmaya çalışıyordu.
Seçimlerin demokratik standartlara uygun olup olmadığını en objektif şekilde ortaya koyacak belge, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) şemsiyesindeki uluslararası gözlem heyetinin yaklaşık sekiz hafta sonra çıkması beklenen raporu olacak. Heyet, 2 Kasım tarihli ön raporunda seçimlerin ‘özgür’ ve ‘adil’ keyfiyetine ilişkin nihai hüküm vermedi. Ancak ilk bulgular, uluslararası camianın seçimde kaydadeğer sorunlardan şüphelenmesi için yeterli.
ABD başkenti Washington’da geçen hafta en çok incelenen ve referans verilen belgelerden biri AGİT heyetinin ön raporu oldu. Başka bulgularla da birleştirerek raporu okuyanların çoğu, seçimlere ‘özgür’ denilebileceği, ama ‘adil’ sıfatını fazla hak etmediği hususunda birleşiyor. Bunun temel nedenleri arasında, raporda vurgulandığı gibi, basına ve özgür ifadeye yapılan büyük kısıtlamalar ile muhalefet partilerine fiziki saldırılar var.
ABD, 1 KASIM’DAKİ SEÇİM ADALETİNİ SORGULUYOR
Beyaz Saray Sözcüsü John Earnest, 1 Kasım seçiminin galibi AKP ya da liderini değil Türkiye halkını tebrik ederken, AGİT’in ön raporuna da referansla, basına ‘yıldırma’lardan ‘derinden kaygılı’ olduklarını söylemişti. Seçimin üzerinden beş gün geçmiş olmasına rağmen Dışişleri Sözcüsü John Kirby Cuma günkü basın toplantısında, ABD hükümeti adına seçimlere ilişkin ‘özgür’, ‘adil’ ve ‘şeffaf’ gibi sıfatlar vermekten kaçındı. AGİT’in nihai raporunu bekleyeceklerini söyledi. Ön raporun, seçmenlere farklı seçenekler sunulduğu, ancak basın özgürlüğüne kısıtlamaların ciddi kaygı sebebi olmayı sürdürdüğü ifade edilen kısmını hatırlattı. Ankara’ya üst düzey tebrik telefonu açılmamasının temel nedeni de, seçimin sıhhatine ilişkin kuşkular ve rahatsızlık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP idaresinin halkın duymasını istemedikleri perspektifleri yansıtan medya kuruluşlarını değişik taktiklerle ehilleştirme gayretleri, Türkiye’de hukuk ve demokrasiye dünyada duyulan güveni temelden sarsacak boyutlara ulaştı. Uluslararası camiada şimdiye dek Türkiye farklı birçok konuda eleştirilmiştir. Ancak basına seçim güvenliğini ve adaletini dahi sarsacak derecede sistematik baskı yapıldığına ilişkin kaygılar hiç bu kadar ayyuka çıkmamıştır.
Birkaç medya patronunu tehdit ederiz, bazı basın kuruluşlarını teröristlikle suçlarız, üzerlerine güdümlü yargı ve emniyet mensuplarını, medya tetikçilerimizi salarız ve seslerini keseriz diye düşünen ve bunları uygulayanlar, önemli bir şeyi hesap etmiyor. Bu bodoslama gidişi devam ettirirlerse, hem Türkiye’yi dünya özgürlük liginde en alt sıralara itecek hem de geniş halk kesimlerinin desteğiyle elde ettikleri siyasi meşruiyetlerini de zayıflatacaklar. Zira her ne pahasına olursa olsun mutlak hakimiyet, mutlak meşruiyet getirmez.
SABRI TAŞAN WASHINGTON SERTLEŞİYOR
Normalde IŞİD, Suriye ve Irak gibi konularda Ankara’yla birlikte çalışmaya muhtaç olan Beyaz Saray, orkestra şefliğini Erdoğan’ın yaptığı AKP idaresinin birçok davranışından hoşlanmasa da, mümkün mertebe alttan alıyor. Ancak Türkiye’ye artık demokrasi denilmesini bile zorlaştıracak derece tek sesli bir medya ortamı oluşturma gayretleri, ABD’yi giderek sesini biraz daha yükseltmeye sevk ediyor. Washington, bir ümit, basına yönelik baskıların 1 Kasım seçimlerinden sonra dinmesini beklemişti. Ancak seçimin hemen ardından Nokta Dergisi’nin iki editörünün tutuklanması ve medyadaki AKP’ci tetikçilerin aralarında Zaman’ın da bulunduğu bağımsız medya gruplarını hedef göstermesi sabır bardağını taşırdı. Dışişleri Sözcüsü Kirby’nin cuma günkü basın toplantısındaki sözleri, bu bağlamda bir kırılma noktası teşkil ediyor. Zira ilk kez diplomatik tepki jargonunda ‘kaygılı’ kelimesinin çok ötesine geçen ‘rahatsız olduk’ türü ifadeler kullanıldı.
Türkiye’de hükümetin elde ettiği çoğunluk gücüne dayanarak istediği herşeyi yapabileceği, basına ve muhalefete daha büyük baskılar gelebileceği sorulduğunda Kirby, ‘Hayır, bunun kesinlikle böyle olmamasını ümid ettiğimizi söylemek isterim’ cevabını verdi. ‘Yani kısa cevap, kesinlikle hayır, bunu hiçbir hükümetten beklemeyiz, bu vakada da görmek istemeyiz’ diye ekledi. Kirby, medya kuruluşları ve diğer organizasyonların ‘rahatsız edici bir süreklilik arz eden şekilde’ hedef alınmasını ‘demokratik prensiplerle uyuşmamakla’ eleştirdi.
MEDYAYA YENİ SALDIRILARA NASIL BAKIYORLAR?
ABD hükümeti adına konuşan Dışişleri’nden gelen bu mesajlardan çıkan anlam şu: Zaman, Samanyolu, Sözcü, Cumhuriyet, Doğan Medya gibi hükümetin hedef tahtasındaki bağımsız basın kuruluşlarına tehditlerden, özellikle de İpek Medya grubuna yapılan tarzda bir el koyma ve susturma operasyonu ihtimalinden ABD çok rahatsız. Ve ilgilileri güçlü bir şekilde uyarıyor. Bu uyarıların kamuoyu önündekinden daha keskin versiyonlarının ikili görüşmelerde yapıldığına da şüphem yok.
Başkan Barack Obama G-20 zirvesi vesilesiyle hafta sonu Türkiye’ye geldiğinde basın özgürlüğünün vahim durumuna ilişkin bir şeyler söyler mi? Kendi medyası ve sivil toplumundan gelen talepler doğrultusunda bu ihtimali düşük görmüyorum. Başkanlığının ilk denizaşırı seyahatinde ziyaret ederek İslam dünyasında örnek bir demokrasi olarak takdim ettiği Türkiye’nin artık basına baskılar, adaletsiz seçimler, otoriterlik, tek adam, tek parti, cadı avları, hukuksuzluklar ve yolsuzluklar ile anılmasına eminim o da bizim gibi üzülüyordur. Türkiye’ye çok yazık oluyor.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment