Kendi düşen ağlamaz

Türkiye’ye dışarıdan bakıldığında, rehin alınan demokrasisi, baş aşağı giden ekonomisi, sarsılan toplumsal düzeniyle, günden güne eriyen bir hasta görünümü veriyor.

Çılgın bir kaptanın uçurumun kenarında kuralları hiçe sayarak sürdüğü bir araçta Mehter Marşları söyleyip duranlara aldanmayın. Osmanlı ruhu ile vandallığı birbiriyle karıştıran bazı kafası ve boynu kalınlar idrak edemeyebilir ama mevcut tabloda bir devlet-i aliye nüvesi arayanlar, yükseliş değil yıkılış dönemine bakabilir.

Dümeni çılgın kaptanın elinde olmayan nadir bağımsız medya kuruluşlarını bünyesinde bulunduran Koza İpek ve Doğan grupları son günlerde hukuki ve fiziki tacizlerden fazlaca nasibini aldı. Nevzuhur baskıcı elitler dayatmaya çalıştıkları tek adam ve tek parti sistemine sandıkta yüz bulamayınca kaos kartını oynayarak Türk-Kürt fay hattını harekete geçirmeye çalıştı. Her şerli işte dış parmak arayacak şekilde şartlanmış olanlar kusura bakmasın ama korkarım çıbanın başı yurtiçinde.

Gelelim olanların ABD’den nasıl göründüğüne. Çok uzaklarda dumanları göğe yükselen bir yangın var. Aradaki suyu geçerek bulunduğunuz yere ulaşması mümkün değil. Yapabileceğiniz şey de sınırlı. Türkiye’de yaşanan çalkantıların şu ana kadar ABD’ye yansıması ve algılanması özetle böyle. Medyada birkaç haber ve yorum, ABD hükümetinin alt düzey temsilcilerinden ve sözcülerinden bir iki kelam, o kadar.

WASHINGTON, İRAN’DAN BAŞINI KALDIRIP TÜRKİYE’YE BAKAMADI

Stratejik düşünce üreten mahfiller olanları tabii ki takip ediyor. Ancak Washington’da son birkaç aydır dış politika camiası İran konusuyla o denli fazla yatıp kalkıyor ki, Türkiye’nin kötü gidişatı ciddi anlamda radara giremedi. İran’la nükleer anlaşmayı Kongre onayından geçirmek için siyasi hayatının en büyük dış politika kavgasını veren Başkan Barack Obama, en nihayet ABD Senatosu’nu istediği kıvama ulaştırdı. İsrail yanlısı güçlü lobi grubu AIPAC’e havlu attırdı. Washington ahalisi sanırım artık başını biraz kaldırıp Türkiye gibi etraftaki başka vakalara bakabilir.

Obama yönetimi, Erdoğan liderliğindeki AKP idaresiyle büyük bir duygusal kopuş yaşadı. Bu süreç başlayalı da aslında çok oluyor. İlk olarak Gezi olaylarında dramatik şekilde dışa vurduğunu gördükleri baskıcı karakterinden dolayı AKP’ye notlarını daha o zaman büyük oranda vermişlerdi. Yolsuzluk skandalı, örtmek için yapılan hukuk skandalları, tek başına iktidarı kaybedince baş gösteren sandık hazımsızlığı, gücü elden bırakmama adına tevessül edilen şenaatler, muhalif medyaya yoğunlaşan saldırılar duygusal kopuşu iyice hızlandırdı. Ancak Washington, bu duygusal kopuşun Türkiye’yle bir stratejik kopuşla sonuçlanmaması için de büyük özen gösteriyor. Çünkü AKP rejimi bugün var, yarın yok. Türkiye ise bölgesinde ABD için stratejik önemi haiz bir ülke konumunu hep koruyacak.

ABD, Türkiye ile stratejik ayrışmayı istemiyor olsa da, AKP ara rejiminin bazı hamleleri bunu kaçınılmaz kılabilir. NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi gibi demokrasi ortak eksenli uluslararası kuruluşların üyesi olan bir ülkede, sandıktan çıkan sonucu hayata geçirmeme, medyayı tekseslileştirme, sermayeyi köleleştirme yönündeki dramatik hamleler, Türkiye’yi Batı’yla önü alınması zor bir stratejik kopuşa sürükleyebilir. Bu bağlamda özellikle Hürriyet Gazetesi’ne ve HDP’ye yönelik her halinden ‘organize işler’ olduğu anlaşılan fiziki saldırılar, Washington’da endişe uyandırdı ve tepkiyle karşılandı.

BALTAYI NASIL TAŞA VURDULAR?

AKP, yerleştirmeye çalıştığı otoriter rejiminin önünde en büyük engellerden biri olarak gördüğü Hizmet Hareketi’ni bir ‘ulusal güvenlik’ sorunu gibi takdim ederek haksızlıklarına içte ve dışta demokratik ve hukuki meşruiyet kılıfı arıyordu. Başlangıçta bunda kısmen başarılı oldukları da söylenebilir. Ancak artık hedefte sadece ‘Cemaat’ olmadığı, AKP zihniyetinin güdümüne alamadığı her toplumsal, siyasi ve ticari grubu ‘ulusal güvenlik sorunu’ gibi takdim edip ortadan kaldırmaya çalıştığı iyice anlaşıldı. Zaman, Samanyolu ve Koza İpek gruplarıyla birlikte Cumhuriyet ve Hürriyet gibi farklı ideolojik çizgilerdeki yayın organlarına da aynı muameleyi yapınca, baltayı taşa vurdular. Artık Washington’da kimseyi özgür ve bağımsız medya düşmanı olmadıklarına ikna edemezler.

Kim ne derse desin, Türkiye’nin Batı ailesinden kopup kopmamasını belirleyecek ölçütlerin başında Kürt meselesini barışçı yollarla çözme becerisi geliyor. Erdoğan ve AKP’nin Kürt meselesi üzerinden oynadıkları tehlikeli siyasi oyunlar, ABD ile Türkiye arasında stratejik kırılma risklerini artırdı. Ankara’nın İncirlik üssünü kullandırma karşılığında, IŞİD’e karşı en etkili kara savaşını veren Kürt grupları pataklama gayretleri, Beyaz Saray’ı rahatsız etti. Yüzde 13 halkoyuyla seçilmiş ve şiddeti tasvip etmediğini her fırsatta vurgulayan HDP’ye ve karizmatik lideri Selahattin Demirtaş’a terörist muamelesi yapılması, işin tuzu biberi oldu. PKK bir terör örgütü olduğunu tekrar hatırlatmış olabilir ama şimdiye dek Washington’a ‘amacımız siyasi ve barışçı çözüm’ diyen AKP’lilerin de artık söyleyecek sözleri kalmadı. İnandırıcılıklarını kendi elleriyle sıfırladılar.

Evet, Erdoğan ve AKP’nin her anti-demokratik hamlesi Washington’da ‘artık gitseler de kurtulsak’ diyenleri artırıyor. Tıpkı Türkiye’deki gibi. İktidarı terk etmek şöyle dursun, koalisyonla paylaşmak dahi istemeyen bir siyasi hareketin demokratik dünyada yeri olamaz. Türkiye’ye uzun süre olumlu katkılar da yapmış bir parti, ülkeyi yönetilemez haline getirerek hukuki sorumluluktan kaçmaya çalışan küçük bir çıkar grubunun iktidar oyuncağı haline getirildi. Kendi düşen ağlamaz.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.