Yeryüzü ona dar geliyor

Ka’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye, Mürâre b. er-Rabî’.

Üç şanlı sahabe…

Mekke’nin fethi, Huneyn savaşı ve Medine’ye geri dönüşün yer aldığı uzun ve yorucu bir seferden sonra Medine’ye gelmişler. İslam’ın zuhurunun üzerinden yaklaşık 21 yıl geçmiş. 13 yıllık Mekke dönemi zaten serapa sıkıntı, eziyet, işkence, darlık, yokluk, fakirlik. Mekke’nin fethi ve Huneyn öncesi Medine hayatı da aslında farklı değil. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Hudeybiye, seriyyeler, gazveler ve daha neler neler…

Mekke fethedilmiş, Huneyn’de nice ganimetler elde edilmiş. Can, mal, din güvenliği içinde sahabe rahata ermiş.

İşte tam da burada, dünyanın en büyük iki gücünden biri olan Bizans’ın 40 bin kişilik büyük bir ordu ile Medine’ye saldıracağı haberi gelir. Bomba bir haber bu. Neden? Gayet açık ve net. Bir tarafta tam rahat ve rehavete erdik düşüncesinin hakim olması, diğer tarafta sıcak mevsimde Medine’nin bağlarının, bahçelerinin insanı kendine celbeden cazibesi ve nihayet şimdiye kadar Müslümanların karşılaşmadığı ölçüde büyük, tecrübeli, silahlı bir ordu.

Efendimiz (sas) ‘Bizans ordusu ile Medine’nin ne kadar uzağında karşılaşırsak o kadar iyi’ düşüncesinde. Seferberlik ilan eder. Herkes malıyla canıyla bu savaşa katılmalı. Tamimnameler yayınlanır. Her tarafa elçiler gönderilir. 30 bin kişi toplanır ve Tebük’e doğru yola çıkılır. 20 gün Tebük’te bekler ordu. Bizans ordusu gelmeyince geri döner.

Bu 30 bin kişi içinde yer almayan geçerli ve geçersiz mazeret sahibi bir çok insan var. Sefer öncesi gelip izin alır bu insanlar Peygamber Efendimizden (sas). İsteyen hemen herkese izin verir Allah Resulü (sas). Çetin bir seferde, candan, gönülden, kalpten, samimi bir şekilde kendisi ile beraber olmayacakları istemez ordusunda. Sefer uzundur, meşakkat çoktur. Uhud’da yaşadığını yaşamak istemez belki de. İzin vermesinin sebebi ihtimal budur. Ama sonra şu ayet nazil olur bu davranışıyla alakalı olarak: “Hay Allah seni affedesice Nebî! Sefere çıkmamak için senden izin isteyen o münafıklara, sence doğru söyleyenler iyice belli olmadan ve kimlerin yalancı olduğunu henüz bilmeden neden izin verirsin ki!?” (Tevbe,43) Tatlı bir tevbih vardır burada. Önce Allah af ettiğini söyler. Ardından neden izin verdiğini sorar. Tebük’ün kader planındaki hikmetini açığa çıkartan, bir manada Allah’ın muradını ifade eden beyandır bu.

Mazeret beyan edip izin istemedikleri halde sefere katılmayanlardan 3 kişi vardır ki çok önemlidir İslam tarihinde bu isimler. Çünkü haklarında ayet nazil olmuştur. Müslüman olurken verdikleri sözü yerine getirmeye mani geçerli mazeretleri yoktur bu insanların. Belki yukarıda saydığımız üç nedenden dolayı katılmamışlardır sefere. Ha bugün ha yarın derken, zaman su gibi akıp geçmiş ve ordu Tebük’e gidip dönmüştür. Savaş öncesi Bizans karşısında Müslüman ordusunun hepsinin öleceği ve Medine’ye bir daha dönemeyeceklerini düşünenler süklüm püklüm gelip mazeret bildirmeye başlarlar. 3 kişi hariç. Ka’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye, Mürâre b. er-Rabî’dir bu şanlı sahabeler.

Gelirler huzura ve açıkça, erkekçe, yiğitçe, mertçe “Hiç bir mazeretimiz yoktu. Nefsimize yenildik” derler. Allah Resulü boykot ilan eder bu sahabelere. 40 gün boyunca kimse konuşmaz bunlarla. 40 gün sonra eşlerini yanlarından ayırmaları haberini gönderir. Sadece Hilal b. Ümeyye’nin karısı gelir, kocasının yaşlı ve hizmetçisi olmadığı için izin ister Efendimizden ona hizmet etmek için. İzin verilir ona. 10 gün de böyle geçer. 50 gün boyunca tevbe istiğfar eder bu üç kişi. Gözler yaşlı, eller semaya açık dualarla rahmet semasının kapısının tokmağına sürekli vururlar ve 50 gündür dövdükleri semanın rahmet kapıları ardına kadar açılır. Rahmanü’r Rahim olan Allah rahmetini, mağfiretini, merhametini bu 3 kişi için konuşturur.

Der ki: “Allah, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu.”

‘Neden’ diye sorabilirsiniz burada? Neden Allah onların dualarını kabul etti?

Çünkü onlar suçluluk duygusuyla öylesine bunaldılar ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen kendilerine dar geliyor, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkıyor ve Allah’tan, yine bizzat O’na sığınmaktan başka hiçbir kurtuluş yolu olmadığına iyice inanmış bulunuyorlardı. Bunun üzerine Allah, onları tevbeye muvaffak kıldı ve onlar da içten tevbe ettiler.” (Tevbe,118)

Bu hadiseyi hatırlamamın ve sizlere hatırlatmamın sebebi şu: Bayram sonrası iki-üç gündür Hocaefendi’nin atmosferi etrafında dolaşıyorum. Gördüğüm şey, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen kendisine dar gelmiş olmasıdır. Daha doğrusu benim gözlemim ve hissiyatım bu merkezde. Yukarıdaki ayetin tasvir ettiği o üç sahabe ile alakalı manzarayı görüyorum burada. Sanki bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyor Hocaefendi’ye. “8 saat yattım, 8 dakika uykum yoktur.” sözünü şahsen ben başka türlü yorumlayamıyorum.

Şimdi sübjektif bir değerlendirmemi paylaşayım sizlerle. Ben inanıyorum ki bu halet-i ruhiye içinde dudaklardan hiç eksik olmayan dualarla semaya doğru kalkan eller, Allah tarafından boş çevrilmeyecektir. Bir zamanlar o üç sahabe için coşan rahmet, yine coşacak ve herkesi kucaklayacaktır. Süfyan b Uyeyne’nin dediği gibi “Mahzun bir kalbin inlemesiyle bütün ümmet rahmete gark olacaktır.” Çiçekler bir kez daha açacak, güller rayihasıyla etrafı kendi kokusuna büründürecektir. Nesimi’nin ifadeleri içinde güllerden kurulu çarşı pazarda, gül kokulu insanlar, gülden terazilerle gül alıp, gül satacaklardır.

 

Ben bugün pirime vardım

Pirin cemali güldür gül

Oturmuş tahtı mekana

Tahtı revanı güldür gül

 

Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar

Gül alır gül satarlar

Çarşı pazarı güldür gül

 

Gülden degirmeni döner

Onun ile gül döverler

Akar arkı döner çarkı

Bendi pınarı güldür gül

 

Ak gül ile kırmızı gül

Çift yetişmiş bir bahçede

Bakışları hare karşı

Har-ı ezharı güldür gül

 

Gel ha gel Seyyid Nesimi

Hak nefesi güldür gülün

Şu öten garip bülbülün

Derdi figanı güldür gül.”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.