Önce insan sonra Müslüman’ız

1.453 sayfalık iddianamenin kabul edildiği gün de, eli kanlı teröristlerle aynı listeye konulduğu haberinin medyaya servis edildiği gün de Fethullah Gülen Hocaefendi ile beraberdim.

İkinci hadisenin haberi geldiği gün, Muharrem lokmasını Hocaefendi ile birlikte yemek için gelen Ehl-i Beyt kökenli misafirler de vardı. Benim için mesele açık, net ve berrak; ilki mizah dergilerine konu olacak şekilde hukuk mantığından zerre kadar nasibini almamış ifadelerle dolu yorumlardan oluşan sözde iddianame. İkincisi ise ehl-i vicdan herkesin vicdanını kanatan bir itham, iftira, yalan… Devamını siz getirebilirsiniz.

Bir insan olarak Hocaefendi’nin bunlardan etkilenmemesi ve üzülmemesi tabii olarak düşünülemez. Ama tavrı ne olacak? Bir açıklaması olacak mı? İşte bunu merak ediyorum. Öğle yemeğinden sonra küçük salondayız. Hüzün her zamanki gibi hayatının merkezinde ve yine her zamanki gibi gamgîn. Kış günlerine girdik. Öğle, ikindi ve akşam namazları arasındaki zaman aralıkları kısaldı. Dolayısıyla çok kısa bir süre oturacak. Gözleri ile etrafı süzüyor. Afaki diyebileceğim bir soru soruldu. Çok kısa kesti cevabı ve eliyle işaret ederek Kur’an’ını istedi. “Söz şirazeden çıkınca ben Kur’an-ı Kerim’e bakıyorum.” dedi. Elde Kur’an, dudaklar kıpır kıpır duaya durmuş vaziyette. Ve tefe’ul etti. Enbiya Sûresi 102 ayet çıktı. “Onun (cehennemin) uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar.” Devamı da var: “O en büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz. Melekler onları: ‘İşte size vadedilen gün bugündür!’ diye karşılarlar.” Ayette bahsedilen büyük dehşet, benzeri olmayan sura üfleniş ve onunla başlayan kıyamet günü.

Yorumunu bekliyoruz. “Usulü’d din önemli” diye söze başladı. “Kur’an ve sünnette olmayınca sorgulayıcı bir şekilde yaklaşmalı.” Bu ayetlerle hemen peşinden sarf edilen bu cümlelerin alakası nedir, diye düşünmeye başlamıştım ki devam etti Hocaefendi. Kesik kesik konuşuyor yalnız. Cümleler arasında boşluklar var. Onun bilgi ve tefekkür dünyasına girmek lazım bu boşlukları doldurmak için. Yoksa bir şey anlamak çok zor. Bakın ne dedi: “İyonya ve Grek felsefesi içimize vizesiz girmiş.” Hemen ardından “İ.Gazzali, fezâili ve mezâyâsı müsellem. Zirve bir insan. Fakat sorgulanmaz değil.” Salondakiler arasında şaşıran mı vardı, redde dayanan bir hava mı sezdi bu tespite bilmiyorum ama latifevâri şunu da ilave etti. “O peygamber değildir. Biliyordunuz değil mi?” dedi ve tebessüm etti.

“Sorgulamak için ciddi müktesebatınızın olması lazım. Kafama yatmadı diye konuşmak doğru değil. Usulü’d din bu açıdan şart. Günümüzde bilgiye ulaşmak kolay. Ama bu kolaylık bizi kitaplardan, kütüphanelerden kopardı. Kitap okumanın önünü aldı. Hafızamızı işlemez hale getirdi. Muhakeme kabiliyetimiz geriliyor. Gelecekte bu yüzden çok alzheimer hastalıkları yaşanacak.”

İnsanî kardeşliğe yürümek…

Böylesi kısa bir oturum için uzun sayılabilecek süre sessizlik oldu. Birden Bayburtlu halk şairi Âşık Zihni’den “Sümbüller perişan güller kan ağlar; Şeyda bülbül terk edeli bu bağı” beytini söyledi. “Zeki Müren çok güzel okurdu bunu. Şehnaz makamında. Yetiştiğimiz dönemde tekkelerde okunurdu.” Halk tabiri ama buraya tam da oturuyor, “kesmedi” bu beyit Hocaefendi’yi ve “Vardım ki Yurdundan Ayak Göçürmüş” diye başlayıp dört kıtalık şiiri bütünüyle okudu. Enfesti. Mana ve muhteva bütünlüğünü yansıtan sesi yürekleri dağladı. En azından ben öyle hissettim. İnsanı başka bir dünyaya taşıyordu. Keşke kayıt altına alınsaydı diye iç geçirdim. Heyhat!

Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş

Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı

Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş

Sakiler meclisten çekmiş ayağı

 

Kangı dağda bulsam ben o merali

Kangı yerde görsem çeşm-i gazali

Avcılardan kaçmış ceylan misali

Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

 

Laleyi sümbülü gülü har almış

Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış

Süleyman tahtını sanki mar almış

Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

 

Zihni dert elinden her zaman ağlar

Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar

Sümbüller perişan güller kan ağlar

Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

İkinci güne geçiyorum. Ehl-i Beyt’ten misafirlerin olduğu güne. Öğleden sonra 7-8 kişilik bir heyetle, akşam da uzaktan gelen misafirlerin katılımıyla iki oturum oldu. İkisi de çok kısa. Benim bu iki oturumda zihnime kazıdığım “Kendi içimizdeki kardeşlikten öte asıl olan insani kardeşliğe yürümektir.” cümlesi oldu. Ben şöyle anladım; farklı yorum, farklı mezhep, farklı meşrebe sahip de olsanız Sünnilerin Ehl-i Beyt ile birleştiği bir ortak payda var. İslam dini o ortak paydanın adı. Bir de din temelinde ortaklığımız olmadığı bir dünya var ve bu dünya şu an itibarıyla 6 milyardan fazla. Onlarla da bir araya gelmemiz, ortak payda veya paydalarımızın etrafında birleşmemiz lazım. İşte bu payda insandır ve insanlıktır.

Birlikte yaşama kültürü yeniden canlandırılmalı

Hocaefendi’nin zihnime kazındığı dediğim cümlesini böyle yorumlarken yine ona dayanıyorum. Daha önceden de bir vesile ile kaleme almıştım; başka bir dine mensup üst düzey dini liderle görüşürken Hocaefendi ona, “Biz önce insan, sonra Müslüman’ız” demişti. Önce insan sonra Müslüman olmak; insani kimliği dini kimliğin önüne çıkartmak dinimizin de emridir. Nice Kur’an ayeti, nice Hz. Peygamber (sas) beyanı ve tatbikatı bunu ispatlamaktadır.

Sözün geldiği bu aşamada şu sorunuzu duyar gibiyim; ya şimdi? Evet, içler acısı halimiz. Dini kimlik bir yana mezhep, meşrep, cemaat, tarikat, ırk, cins, kültür, meslek hatta bir spor kulübüne taraftarlık kimliğini bile insan kimliğinin önüne çıkartanlar var. Alvar İmamı merhum boşuna dememiş; “Allah bizi insan eyleye.”

Her neyse; o iki sohbet ortamından aldığım notları yorumsuz bir şekilde aktaracağım; yorum size ait. “Sözünü ettiğimiz kardeşlik bir yerde gerçekleşirse, başka yerlere de örnek olur… Tarihe bakınca bazı zamanlarda yaşanmış bu kardeşlik, bazı zamanlarda ise tartışmalar, kavgalar, mücadeleler olmuş. Arkadan gelenler de bunları çok büyütmüş. Şuur altlarımız kirlenmeye maruz kalmış. Sabahtan akşama bunları gidermemiz zor ama bunları izale etmemiz lazım….

Toplumumuz öteden beri ayrıştırılıyor. Bunları engelleme adına sizin gösterdiğiniz gayretler takdire şayan. Gelecek nesiller inşallah güzel şeyleri tevarüs edecek….

İnsan, hangi anlayış ve dinden olursa olsun, Allah’ın yarattığı abidevî şahsiyettir. Bakın, Kendisine yapılan secdede Hz. Adem’i öne sürmüş Allah ve secde edin buna demiş. Eğer Allah’tan başka bir varlığa secde edilecek olsaydı, bu insan olurdu. İnsan böyle büyük ve önemli bir varlık. Bu mülahazalarla insana bakmak lazım…

Birlikte yaşama kültürünü canlandırmalı. Ülkemizdeki korkunç ayrıştırmanın meydana getirdiği yırtık kolay kolay yamanmaz… Sadece bugünü yaşamamalı, bugünlük insan olmamalı; yarını, yarından sonrasını da hesaba katarak çalışmalı…

16 yaşımdan yani 60 yıldan beri insanların birbirleriyle müsamaha ikliminde yaşayacaklarının rüyasını gördüm. Bu rüya gerçekleşme faslına girdi. Şimdiki fırtınalar sizi ümitsizliğe sevk etmesin. Şayet kemale doğru yürüyorsanız kat’iyen yese düşmeyin. O hiddetler, şiddetler hiçbir zaman kalıcı olmamıştır. O hiddetleri gösterenler de bir yâd-ı kabîh olarak tarihe kaydedilmişlerdir…

Ben tuvalet taşına düşen bir kelebeği kurtarmak için yarım saat uğraşmış ve onu pencereden uçurduğumda kendimi Hac’da gibi hissetmişimdir. Bizim karakterimiz budur ve bu karakteri korumak mecburiyetindeyiz.”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.