İtikadî tartışmalara siyasetin etkisi

Geçen hafta kaleme aldığım, ülkemizde nicedir devam eden zulmün teorik planda oturmuş olduğu özellikle itikadi zemini merkeze alan yazımda, bir benzetme yapmış ve bunun adını ‘Neo Murcie’ olarak koymuştum.

Bu benzetme üzerine okuyucuların sormuş olduğu sorulara toptan cevap olmak üzere okumaya başladığınız yazıyı kaleme alıyorum.

Murcie ve onunla birlikte sair itikadi mezheplerin görüşlerini ortaya koymuş olduğu tarihsel bir zemin var. O zemini şekillendiren en önemli alan bugün olduğu gibi siyaset. Efendimiz’in (sas) irtihal-i dar-ı bekâ buyurması ile bir anda patlak veren ve son tahlilde kökeni de sonucu da siyasete, iktidara, yönetime dayanan hadiseler tarihe damgasını vurdu. Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesi ile başladı sözünü ettiğimiz hadiseler, ‘riddet savaşları’ adını verdiğimiz devlete isyan vakaları ile devam etti. Hz. Ebu Bekir sonrası iktidara geçen üç halife döneminde de hız kesmedi. Çok derinlere dalıp delil avcılığı yapmanın manası yok; Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, üçü de şehit edildi. Tabir-i diğerle öldürüldü.

Ne olmuştu? Ne olmuştu da toplum inandıkları dinin kendilerine intikal etmesi için canhiraşâne gayret gösteren, onlarca defa ölümle yüz yüze gelen, nice maddi-manevi işkencelerden geçen, haklarında birçok ayet ve hadisin nazil ve varid olduğu bu insanları öldürecek kadar başları bulanmış ve gözleri dönmüştü? Cevabı siyaset, iktidar, güç, refah, çıkar, taassup ve bu çerçevede yerini almaya layık kavramların içinde gizli.

PARTİ MÜFTÜLERİ VE FETVALARI DİNE ZARAR VERİYOR

Şimdi buraya dikkat edin, ilerleyen dönemlerde başta dört halife olmak üzere Hz. Aişe’den Amr bin As’a, Muaviye’den Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah’a kadar, Kur’an’ın “Muhacirlerden ve Ensar’dan (İslam’a girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” ayeti ile anlattığı insanların siyasi hadiseler karşısında aldıkları tavırlar tartışmalara konu olmaya başladı. Cemel, Sıffin, Nehrevan, Kerbela’da kelimenin tam anlamıyla iç savaş görünümü veren mücadeleler etrafındaki bu tartışmalar itikada ve onların ahiretteki durumlarına kadar uzandı.

Sözün ulaşacağı yer burada kendini gösterdi sanırım. İşte itikadi tartışmalar bu zemin üzerinde yapılınca, iç savaş alanında Müslümanı öldüren Müslümanın –ki sahabe ve tabiinden bahsettiğimizi tekrar hatırlatalım ve bu eylemin büyük günah kategorisinde yer aldığını unutmayalım- imanı ve ahiretteki durumu ister istemez tartışma masasına yatırılıyor. Büyük günah işleyenler için Murcie’nin “İman günahla birlikte bir zarar vermez. Ne dünya ne de ahirette ceza çeker.”, Hariciye’nin: “Kâfir olur.” Mutezile “İmandan çıksa da kâfir olmaz. İkisi arasındadır.” Ve ehl-i sünnet’in: “Fasıktır” hükümlerine bir de bu zaviyeden bakmalı.

Yalnız yanlış anlaşılmasın, söz konusu itikadî mezheplerin ortaya atmış olduğu düşüncelerin ana kaynağının bütünüyle siyasete ve siyaset etrafında dönen hadiseler olduğunu söylemiyorum. Fakat sözünü ettiğimiz siyasi ortam bu yorumlarda belirleyici ve etkileyici rolüne işaret ediyorum. Nitekim mihne dönemindeki ‘Kur’an mahluktur-mahluk değildir.’ Tartışmalarının arkasında da siyasetin etkin rol oynadığını bir başka yazıda belirtmiştik.

Şimdi gelelim bugüne; benim ısrarla dinin içini boşaltma olarak yorumladığım savrulmalarda da siyaset en etkin rolü oynuyor. 40 yıllık İslamcılık davasını güden sıradan insanlar başlarında bulunan insanların, dünya, şöhret, şehvet, makam, iktidar vb. hususlardaki savrulmalarını görünce, yaşananları yakıştıramadıkları için başka kılıflar üretiyor. Siyasi arenada “hükümete darbe” söylemleri ile yapılan yanlışlıklara haklılık kazandırmaya çalışıyorlar. Ama iş siyasetle başlasa da onunla bitmiyor. İslam fıkhı var sırada. Orada da meşruiyet bulmaları gerekiyor. Ve hemen devreye parti müftüleri devreye girip: “Yolsuzluk hırsızlık değildir; Devlete karşı gelenler tasfiye edilebilir.” fetvaları imdada yetişiyor. Fıkıhtan sonra akaid devreye girince; “Günah işleme özgürlüğü” açıklamaları meydana çıkıyor.

SİYASETİN İNSANİ VE AHLAKİ BİR ZEMİNE İHTİYACI VAR

Gördüğünüz gibi olan İslam dininin aslî değerlerine ve o değerlerin kökenine kadar uzanan bu tahrifatın çıkış noktasında siyaset oldukça önemli bir yer teşkil ediyor. Bu açıdan bakınca dün ile bugün arasında aslında hiçbir fark yok gibi. Bizim eksikliğimiz erken dönemlerde olduğu gibi yaşananların teolojisini oluşturamamak. Vakıa oluştursak ne olacak? Gelecek nesillere yüzümüzü ak edecek bir miras mı bırakmış olacağız? Hayır, tam aksine. Onun için olsa gerek yaşananlara eski kavramlarla meşruiyet kazandırma veya karşı çıkarak izah etme cihetini seçiyoruz. Murcie’nin, Hariciye’nin, Mutezile’nin başına bir ‘new/yeni’ kelimesi getirerek dün bugün benzerliğini nazara veriyoruz.

Hasılı; siyasetin ve siyaset yapmanın felsefesi değişmedikçe bu iş düzelmez. Siyasilerin kimliklerinin dinle özdeşleşmesi, kendilerini öyle tanımlamaları bir şeyi değiştirmez. Daha açık ifadeyle siyaset halka hizmet anlayışını şehvet, şöhret, servet, şiddet sarmalından kurtarıp, insanî ve ahlakî değerleri önceleyen bir zemine oturtmadıkça biz bu derin sularda daha çok nesiller kaybederiz.

Sahi; İslamcılık iddiasında bulunup devlet idaresinin en üst kademelerinde görev yapanların kaçta kaçı hakiki İlahiyat eğitimi almış acaba? Hiç merak ettiniz mi?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.