İslam dünyasında ölümün kutsanması

Halk dilinde furya denir. Bir şeyin normalden çok daha fazla şekilde arzu edilmesi.

Hiç unutmuyorum; Fethullah Gülen Hocaefendi’ye talebeliğimizin yani hayatımın en güzel günleri sayabileceğim yılların başlangıcındaydık. Yıl 1985. Bir furya vardı Cemaat içinde. Hocaefendi’nin kendisine yazılı bir şekilde ulaşan bütün isimlere ismen dua ettiği duyulmuştu çevrede. İsmini yazan yazana. İsmi Hocaefendi’ye ulaştırabilecek birini bulduğunda eline geçen ilk kâğıt parçasına yazılmış isimler bunlar. Bazılarını okumak için özel gayret sarf etmeniz gerekirdi. Onun için bazen biz tebyiz eder, temize çekerdik o isimleri Hocaefendi’ye kolaylık olsun diye. “Her gece en az bir saatimi alıyor bu isimleri okumak.” dediğini hatırlıyorum çok defa Hocaefendi’nin. Bunlardan bazıları spesifik isteklerini de söylerdi dua için. Hastalıklardan şifa isterdi kimisi. Kimisi de evleneceği hayırlı bir kısmet için dua talebinde bulunurdu. Ama en çok istek, şehit olarak ölmekti. Furya dediğim şey de bu. İslam davası uğruna şehit olarak ölmek istiyordu çokları. Tıpkı Mus’ab b. Umeyr gibi, Hz. Hamza gibi, Zeyd b. Harise gibi, Cafer b. Ebi Talip gibi.

Hocaefendi’nin şu sözlerini hiç unutmam: “Bizim İslam davası uğruna yaşayacak ve yaşatacak insanlara ihtiyacımız var; ölecek değil. Bu insanlar şehadet isteklerinde samimi ise yataklarında bile ölseler Allah onlara şehadet ecri nasip eder. Onun için ben şehadet isteyenlerin isteklerini dava düşüncesi ile istikrar ve istimrar içinde yaşamaları şeklinde değiştiriyor ve öyle dua ediyorum.” Bana göre çok önemli bir tespit bu. Ölüm, hayatın tabii gerçeği. Şöyle ya da böyle bir gün her nefsin tadacağı, zevkine varacağı ya da acısını çekeceği inkâr kabul etmez bir gerçek. Kişinin dünyada nasıl yaşadığı ile alakalı zevk almak ya da acı çekmek. Yüzü soğuktur aslında ölümün. Fakat dünya-ukba birlikteliğini yaşayan ve ölmeyi oturma odasından yatak odasına geçme gibi kabullenen insanlar için değil. Hele ölümü sevgiliye kavuşma gecesi ilan edenler için hiç değil. Dolayısıyla yüzü soğuk olan ölüme böyle bakılması bir manada imanın ve imandaki derecenin göstergesi. Fakat ya Hocaefendi’nin yaklaşımı? Üç cümleyle yaptığı kısa izah? Yanlış anlaşılan bir gerçeği yerli yerine oturtuyor Hocaefendi orada. Şehadet ölüm şekli; dolayısıyla izahın şehadetle alakası yok. Yapılan izah ölümle alakalı. Ölümü değil yaşamayı ve yaşatmayı önceleyen bir yaklaşıma sahip. Bir kutsama söz konusuysa eğer bu izahta kutsanan ölüm değil, asıl kutsanan yaşama ve yaşatma. Zaten İslam dininin vaz’ ediliş gerekçesi de bu değil mi? İslam kendisine inanan insanların ölmesini mi istiyor yoksa onun emir ve yasakları çerçevesinde yaşanmasını mı?

Aslında son sözümü söylediğim bu konuya böylesi bir giriş yapmamın iki nedeni var. İlki; hac mevsiminde gerek vinç kazası gerekse Mina’da meydana gelen ve katliamı andıran izdihamda ölen insanlar sonrası yapılan açıklamalar. Her iki hadisede ölen insan sayısı resmî açıklamalara göre bin civarında. Yaralı sayısı ise bu rakamın belki iki, belki üç katı.

Dile kolay; ömürde bir defa farz olan hac vecibelerini yerine getirmek için giden insanların evlerine sağ salim dönemeyişi ve dünyanın dört bir yanında bin eve düşen ölüm ateşi. Pekala sebep? Sistem bozukluğu, organizasyon eksikliği, fizikî bağlamda alt yapının tamamlanmayışı, rehberlerin eğitimsizliği veya sözlerinin dinlenmeyişi ve en son tahlilde insanlarımızın kültür seviyesi. Bir başka ifadeyle maddi açıdan asgari düzeyde dahi olsa insanî standartlarda bir düzenlemenin olmayışı, manevî açıdan da insanî kalp selameti ve gönül huzuru içinde ibadete kendisini salacak şartların sağlanamayışı.

İhmal, dinî kavramla meşrulaştırılamaz

Pekâla ya yapılan açıklamalar? “Allah’ın takdiri, kaza ve kader veya mübarek topraklarda oldu, şehit oldu, zaten şehit olmayı ve o topraklarda gömülmeyi çok istiyordu.” Kaza ve kader inancına amenna; Allah’ın rububiyetinin tecellilerine saddakna ama ya sebepler? Neden işin kolaycılığına kaçılıyor, insanları teskin etmek, tepkilerini indirmek amacıyla hemen bu söylemlere başvuruluyor. Benim baktığım zaviyeden neden hemen ölümün kutsanmasına geçiliyor ve şehadet öne sürülüyor.

Bakın yukarıda şehadet isteyenlerin verdikleri isimlere. O isimlerin hepsi savaş olmasın diye diplomasinin her yolu denendikten sonra yapılan savaşlarda vefat etmiş insanlar. Kaldı ki onlar savaş öncesi ve savaş esnasında zafer kazanmak adına ölmemek için her türlü tedbiri almış, tabir caizse ölmemek için mücadele etmiş kişiler. Yoksa ölmek için savaşalım diyenler değil. Karıştırmamak lazım; ölmemek için tedbir almakla ölümden başka çarenin kalmadığı yerde ölümün yüzüne gülerek bakma birbirinden farklı şeyler. İsterseniz yazının başına dönüp Hocaefendi’nin açıklamalarını bir daha okuyun; göreceksiniz, eğer İslamî esaslar ekseninde kutsanacak bir şey varsa onun ölüm değil, yaşamak ve yaşatmak olduğu sonucunu siz de çıkartacaksınız.

İkincisi; son tahlilde ölümün söz konusu olduğu terör hadiselerinde aynı türden bir yaklaşımın bizim devletlular tarafından da dile getirilmesi. Herkesin bildiği ve kabullendiği gibi 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen akabinde devreye sokulan terör hadiselerinde şehit olan devlet görevlileri hakkında devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar. Hemen hepsi de ölümü kutsuyor. Taziye telefonlarında bile aynı nakaratlar tekrarlanıyor. Ve bu durum haklı olarak ocağına ateş düşen insanların “Artık yeter!” şeklinde tepki vermelerine neden oluyor. Vazifeleri insanı yaşatmak olan seçilmişlerin ve atanmışların, ölümü yaşama tercih eden konuşmaları tarihte hiç görülmediği üzere tepki topluyor. Ölümlerin olmaması için gereken düzenlemeler yapılmadığı, tedbirler alınmadığı için bağrı yanık analar feryâd u figân ediyor, siyasileri sorumlu tutuyor, ölümlerin kader olmadığını dile getiriyor ve daha da acısı şehadet bile sorgulanır hale geliyor.

Dinin içi boşaltılıyor

Suudi Arabistan ve Türkiye’de farklı alanlarda cereyan eden hadiseler ekseninde özetlemeye çalıştığımız bu gerçeklere bütüncül bir gözle bakarsanız ortaya çıkan sonuç şu; dinin içi boşaltılıyor. Her ne sebeple olursa olsun, ister iş bilmezlik, basiretsizlik, isterse iktidarın her hal u kârda devamı, iktidar mevkiinde bulunan insanların vazifelerini yapmayıp dini söylemlerin ardına sığınmaları, çoklarına “din bu değil” dedirtiyor. Göz göre göre, kasten/hataen yapılan yanlışların sebebiyet verdiği sonuçları dinî kavramlarla meşrulaştırma çabasını kabullenmiyor ve bundan din zarar görüyor. “Din sui istimal ediliyor.”, “Onlar Müslümansa ben değilim.”, “Müslümanlık buysa ben ondan uzağım.” Bu bağlamda söylenen sözlerin en hafifleri. Daha ağırları da var ama onları söylemeye benim ne imanım ne de vicdanım müsaade ediyor.

Hasılı; sadece Suud ve Türkiye değil, bugün İslam dünyası dediğiniz zaman her tarafından kanın seylaplar gibi aktığı bir dünya akla geliyor. Gündelik hayatın tabii akışı içinde ölüm her an karşınızda. Mezhep, kabile savaşları ile ölüm önünüzde. 3 metrekarelik teneke barakalarda 10 çocuğu ile yaşayan Müslümanlar ölmek için yaşıyor sanki. Sonra da şehadet adı altında ölüm kutsanarak hayat devam ediyor. Keşke etmese! Keşke ölüm yerine hayat kutsansa ve insanî standartlarda sürdürülebilir bir hayat temini için maddî açıdan yapmamız gerekli olan şeyler yapılsa. Olur mu? Bilemiyorum. Ama olması gerek bu ve bu bağlamda çok ciddi bir zihniyet devrimine ihtiyaç var.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.