Hümanizm değil İslâmiyet

Felsefeci değilim. Yazının başlığına bakıp da ciddi felsefî tahlillerle karşılaşacağınızı düşünüyorsanız aldanıyorsunuz.

Aldanmamak için geri kalan cümleleri okumadan bir başka yazıyı okumaya geçebilirsiniz. Pekala neyi dile getireceğim bu yazıda? Bir önceki yazıda bahsini ettiğim Fethullah Gülen Hocaefendi’nin söylemlerinde “İnsanı insan üzerinden tanımlama, değer verme, muhatap alma vb.” vurguların hümanizm ve/ya panhümanizm olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını izaha çalışacağım.

Önce hümanizmin kabaca ne manaya geldiğine bakalım. Parça parça, cümle cümle bazı iktibaslar yapacağım hümanizmin tarifi ekseninde. “Hümanizm, bu tür doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı bir görüştür. Seküler bir hayat duruşu, ilkesi ve her otorite karşısında insanı özgürleştirme çabası, hümanizmin tanımıdır. İnsanı, hayatın merkezine oturtan bir düşüncedir.”

Bu tarifleri aklınızın bir kenarına koyun ve şu özelliklere bakın: “Hümanizme göre doğruyu bulmak insanın bir yetisidir. Doğrunun ve yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur.”

Şimdi de bir izah cümlesi: “Otoriteyi ve aşırı şüpheciliği de reddederken, kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez.” Bir özellik daha; “Hümanizm, insanın tüm diğer canlı türlerinden daha özel olduğu düşüncesini reddeder.”

Hümanizm adına şu ana kadar yaptığımız bütün iktibaslar İslâmî değerlerle bir açıdan çatışıyor. Mesela; “doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeme”. Halbuki İslâm veya din, doğaüstü güce inanmakla işe başlıyor. Mesela: “Seküler bir hayat.” Halbuki İslâm seküler –eğer seküler kavramına bizim ülkemizdeki manasıyla bakacak olursak- değil, dünya ve ahireti bir bütünün iki parçası gören bir hayat anlayışını önceliyor. Mesela; “her türlü otorite karşısında insanı özgürleştirme”. Halbuki İslâm en büyük özgürlüğün, en büyük otorite olan Allah’a kul olmaktan geçtiğini bize öğretiyor. Mesela; “insanı hayatın merkezine oturtması”. Halbuki İslâm hayatın merkezine sadece insanı değil, onun yanında Allah’ı, emirlerini-yasaklarını ve rızasını da koyuyor. Mesela; “doğruyu bulmanın insanın yetisi, ona ulaşmanın ortak bilinçle olacağı”. Halbuki İslâm bu hususta kutsal kitap ve peygamberlerle insanın İlahi rehberliğe muhtaç olduğunu söyler bize. Kelamdaki hüsün-kubuh müzakerelerini bu gözlükle bir daha okuyabilirsiniz. Mesela; “kaderin olaylar üzerindeki etkisini kabul etmeme”. Halbuki kader, beşer iradesi reddedilmemek şartıyla inanç esaslarımız arasında. Ve son olarak mesela; “insanın diğer canlı türlerinden daha özel olduğunu reddetme”. Halbuki İslâm, bizzat Allah’ın beyanıyla insanın sair canlılardan farklı ve üstün olduğunu anlatır bize.

Şimdi Fethullah Gülen gibi İslâmî ilimlere vukufiyetinden dolayı kendisine “Hocaefendi” denilen bir insanın İslâmî değerlerle birebir çatışacak bu yaklaşımları kabullenmesi beklenemez. Aksine onun vaaz, sohbet ve yazıları ile ortaya koyduğu, düşünceleri hümanizmin tarifi ve özellikleri diye ifade ettiğimiz şeylerin yanlışlığını izah eden yorumlarla ve değerlendirmelerle dolu.

Hocaefendi yazının başında da söylediğimiz gibi insanı dinî, ırkî, cinsî, meslekî ve harsî kimliği üzerinden ya da günümüzde moda olduğu şekliyle hatta hukuk, siyaset, iktisat vb. üzerinden de değil sadece insan üzerinden tanımlamanın gereğini anlatıyor. Anlatıyor; çünkü en başta inandığımız değerler bunu amir. Efendimiz’in (sas) hayat-ı seniyyelerindeki fiilî tatbikatları Kur’an’ın âmir hükmünü destekleyen, farklı tevil ve tefsirlere kapıları kapatan muhtevaya sahip. Çünkü Hocaefendi’nin çok ama çok önemsediği 15 asırlık Kur’an ve sünnetin eleğinden, süzgecinden geçerek bize intikal eden gelenek söz konusu âmir hükümleri, insan tarifini “medeniyet” formunda hayata taşımış. Şimdi bu net tablo karşısında Hocaefendi’den farklı bir söylem, farklı bir tavır beklenemez ki?

Bakın şu cümleler Hocaefendi’ye ait: “Yaptığınız şeyleri şahıslara bağlamayın; hepsinin dinî temeli var. Hümanistçe mülahazalar değil, dinimizin temel kaynaklarında var bizim insana sahip çıkmamız.” Ardından da sözlerini şöyle tamamlıyor: “Ben şahsen bu düşüncenin bilinmesinin lüzumuna inanıyorum.” Bilinmesi diyor; zira bunları gerek kendi düşüncelerine değer verip onları somut projeler halinde hayata taşıyanların bilmesi lazım –ki ilk cümle buna işaret ediyor-, gerekse “ya ondan sonrası?” deyip harekete kuşku, endişe ve şüphe ile bakan kesimlerin bilmesi gerekiyor ki son cümledeki adres bu kesimdir. Bu hakikatin bilinmesi ilk kesimin söz konusu projeleri dininin emri olarak yapmasını sağlayacak; vehimlerini, hayallerini hakikat vukuat yerine koyan ikinci kesime ise bunun dinî değerlere dayandığı için şahıslarla kaim olmadığını gösterecek ve belki de inandıracak.

Aman dikkat; Hocaefendi’nin insan eksenli sözlerinin hümanizm veya panhümanizm ile kesiştiği, çakıştığı, örtüştüğü noktalar tabii ki olabilir ama bu, söz konusu söylemleri hümanizm/panhümanizm’e eklemlemeyi gerektirmez. Zira bizler 19. asrın başından itibaren, özellikle Batı ile girdiğimiz münasebetlerde bu hatayı hayatın hemen her alanında yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.