Hakkı görmeyen gözler

‘Seccadene dön ey Şakirt!’ başlığını koymuş birisi yazdığı yazısına.

Yazıyı okur okumaz “O şakirt seccadesini hiç terk etmedi ki.” dedim ve ilave ettim: “Ama bunu görmek için akleden kalbe, fetanetin boyutu olan basiret ve firasete ihtiyaç var.” Sonra bazı arkadaşlarıma sordum cevabî bir yazı kaleme alayım mı diye. Genel kanaat “Değmez ama yazacaksan muhatap almadan yaz.” dediler. İyi de zaten ortadaki müşahhas metnin yazarı hayalî. Kim olduğunu bilmiyorum, kendisi de her nedense ismini açıklama cesareti gösteremiyor. Dolayısıyla istesem de yazarı muhatap alamam. Donkişot gibi yel değirmenlerine kalem sallamanın manası yok.

Arkadaşlarımın ‘değmez’ değerlendirmelerine ben de katılıyorum. Ama ne var ki tarihe de malzeme oluyor bu türlü şeyler. Yarınki nesil “Sükût etmişler, bir satırla bile olsa bir şey dememişler” demesinler diye yazmaya karar verdim. O satırların yazarı dahil, bu yazıyı kamplaşmanın ve kutuplaşmanın hayatımızı domine ettiği böylesi bir zamanda kendilerini iktidar yandaşı olarak konumlandıranların okuyacaklarına, okusalar da anlayacaklarına, anlasalar da aklî ve zihnî melekelerini çalıştırıp, kalp ve vicdan mekanizmalarını harekete geçireceklerine hiç ihtimal vermiyorum. Ama gün bugünden ibaret değil. Bugünün yarını da var. Yazılanların tarihe mal olma özelliği de var. Hepsinden öte Hakk’ın önüne çıkıp hesaplaşma da var. İşte oralarda elimde delil olsun diye yazıyorum.

Kalem değil sanki kılıç

Elinde kalem değil sanki kılıç var hayalî şahsın. “Artık sona yaklaşılıyor.” diye başlamış yazısına, “her şey bitti” diyerek bitirmiş. Ne demek son ve sona yaklaşmak? Ne demek “her şey bitti”? Cemaat’e yönelik kıyımların her gün farklı veçheleriyle gün yüzüne çıktığı günlerde söylenen bu sözlerle kastedilen ne acaba? Hakaretlerle başlayıp yalan ve iftiralarla devam eden ve masum insanların Hz. Yusuf misali hapislere atılmasına kadar uzanan zulümler yeni bir boyut mu kazanacak? Sırada tekfir mi var yoksa Kerbela mı? Merak etmemek elde değil!

Hayalet yazar, Cemaat’i daha önceki yıllarda yapılan başörtüsü mücadelelerine destek vermemekle, destek verenlere aldığı tavırla suçluyor. Metottaki farklılıklar mahfuz, başörtüsü başta temel hak ve özgürlüklerin ülkemizde kökleşmesi adına en büyük ve en kapsamlı mücadeleyi verenlerin başında gelir bu Cemaat. Bu uğurda nice bedeller ödemiş ve hâlâ ödemektedir. Bugün ödediği bedeller de zannedilenin aksine “hırsızlık, yolsuzluk, hükümete darbe” söylemleri etrafında koparılan fırtına değil, topyekün vatan sathında yıllardan beri verdiği bu mücadeledir. İktidar nimetlerine sırtını yaslayıp gününü gün eden sözde dava insanlarının bu gerçeği görmesi ve anlaması zor.

Bir iftiradır, haksız bir itham ve en basit tabiriyle hakikate karşı kör olmanın göstergesidir bu. Köşe yazdığı gazetenin manşetlerinde 24 saati bulmadan yalanlanan iftiraların, ithamların ve körlüklerin en büyüklerinden biri hem de. Nesiller boyu süren ve binlerce insanın emeğini hiçe sayan bu suçlama bana göre deryada bir damla ama deryayı kirleten bir damladır. Neyse ki ahiret var! Burada hayalî kimlikle yazmak kolay, orada hesaplaşmak var.

Hayalî yazar Cemaat’e mensup olduğunu ve Cemaat adına hareket edip sözlerinin bütün Cemaat’i bağladığını zannettiği bir şahsın tweet’inden hareketle genellemeler yapıp “Devlet otoritesine itiraz etmemiş kadınlar, cevşen okuyarak zalim ve ceberut uygulamalara karşı protesto, daha sert olmalılar…” sözlerini aktararak, bunları kutsalın sıradanlaştırılması olarak değerlendiriyor. İhtimal onun da vicdanına yatmamış olacak ki “diyelim ki davanda haklısın” türü mahcup bir cümle ile de müsadere edilen şirketlere atıfta bulunuyor.

Yazık! Haksızlığa hayır deme, evrensel haklar kategorisine giren ölçüde hukuki sınırlar içinde kalarak hak aramaya nasıl bakıldığını görün ve bir zihniyet analizi yapın bu satırlarla. Ne yapmasını beklerdin, başörtüsünü mü çıkarsaydı? Başörtülü olmak hak mücadelesi yapmaya mani mi? Cevşen yerine marş mı okusaydı? Sokakla, protesto ile barışık başka örgütlerin yaptığı taşkınlıkları mı yapsaydı? Hak arama mücadelesinde bir taraftan modern dünyanın kabul ettiği sistemde protesto için sokakta dururken, diğer taraftan kendi değerleri ile çatışmayan yeni bir vaziyet takınması, halini bir de Cevşen ile Kur’an ile Allah’a arz etmesi bu hayalet yazarı neden bu kadar rahatsız etti ki? Nene Hatun’ların verdiği mücadeleye nasıl açıklama getiriyor hayalet yazar acaba? Ankara İlahiyat Fakültesi’nde başörtüsü mücadelesi veren ve tarihe Hatice Babacan Olayı diye geçen, 28 Şubat’ta üniversitelerde sokakta mücadele eden başörtülülerin yaptıklarına bir baksın bakalım, farklı bir şey görebilecek mi? Eğer ortada kutsalın suiistimal edilmesi varsa sayın yazara tavsiyem onu siyaset meydanlarında bir elde Kur’an, diğer elde Risale-i Nur’la yapılan konuşmaların satırlarında arasın. Ya da aynı gün havuzun derin ve kirli sularında yüzen 13 yazarın “Diliniz kaba, yüreğiniz taş” yazısıyla Kabataş yalanını daha doğrusu uğruna nice mücadeleler verdik dedikleri başörtüsünü suiistimal eden yazarların yazılarında arasın. Yoksa hayalî yazar da mı onlar arasındaydı?

Yeri gelmişken sorayım; yolsuzluk hırsızlık mıdır? Sultan zalim bile olsa itaat edilecek midir? Devlet kutsal mıdır? Devlet ihaleleri vesilesiyle milletin imkânlarının sadece yandaşlara dağıtılması caiz midir? Keşke “Diyelim ki davanda haklısın” diyerek mahcup bir vaziyet takınan hayalet yazar, aynı mahcubiyetle birkaç yazı da ülkenin bugünlere gelmesine vesile olan vakıalar için yazsaydı? Kutsalı sıradanlaştırıyorsunuz, siyasî yanlışlarınızı din ile, kutsal ile meşrulaştıramazsınız diye iki cümlelik itirazı olsaydı! Heyhat!

Manisa’daki başörtülü bayanlara takılan kelepçe olayına da itiraz ediyormuş hayalet yazar. Samimidir değildir bilemem. Niyet okuması yapamam fakat bir cümle söylemek isterim; o fotoğraf, sadece o emri veren veya uygulayan emniyet görevlilerini değil, onlarla birlikte AKP iktidarını kıyamete kadar takip edecektir. 70-80 yıl önce CHP’nin yaptıklarını nasıl konuşuyor ve hatta onları nasıl siyasî ranta çevirenler çıkıyorsa, yakın veya uzak gelecekte aynı şey bu ve benzeri fotoğraflar eşliğinde AKP’yi takip edecek ve belki de birileri bunu siyasî ranta çevirecektir. Zaten bu gerçek görüldüğü için sorumlular hakkında soruşturma başlatıldı, görevden almalar oldu, PR taktikleri ile ağırlığını sıfırlayan özgüller çıktı konuştu vs.

Gelelim “prenslerin yurtdışına kaçma, birbirine düşme, beddua etme, hata yapma vb.” meselelerine. Her şeyden önce ortada ne prens var ne de prenses. Bu benzetme bile eşyanın hakikatini görmekten ne derece uzak olunduğunun göstergesi. Efendimiz’in (sas) duasını hatırlayalım: “Allah’ım! Bana eşyanın hakikatini göster.”

Kaçma demiş hayalet yazar. Kur’an’dan bir kıssa ile cevap vereyim; Hz. Musa kendi kavmi ile Firavun’un kavminden iki kişinin kavgasını ayırmak isterken haksız olana attığı tokat sonucu ölen kişi nedeniyle insan öldürme ithamına maruz kalmış ve Mısır’ı terk etmişti. Yıllar sonra bu davranışı izah ederken “Sizden korktuğum zaman kaçtım.” der Hz. Musa. Korkma, ulü’l-azm peygamberlerden biri olan Hz. Musa’dan fersah fersah uzaktır. Kaçma hakeza. Burada kastedilen Firavun’un hak ve adaletle muamele etmeyecek ve kendisini müdafaa etme imkânını dahi vermeyecek olmasıdır.

Adalet kaldı mı Allah aşkına?

Şimdi 2 yıldan beri yapılan adalet eliyle yapılan adaletsizleri kör gözler gördü, sağır kulaklar duydu. Adalet kaldı mı ülkemizde Allah aşkına? Hak ve hakikatlere karşı bu kadar gözünüzü kapamayın. Olguları algılarla değiştirmenin de bir sınırı vardır; o sınırı aşmayın. Her gün dalga dalga büyüyen zihinleri hayret vicdanları şaşkın bırakan adaletsizlik örneklerini siz de görün artık. Ben inanıyorum böyle devam ederse bir gün gelecek siz de artık yeter diyeceksiniz; çünkü vicdanınıza söz geçiremeyeceksiniz. Tabii o güne kadar şimdilerde aldığınız pozisyon itibarıyla milim milim eriyen vicdanınız bütünüyle tükenmediyse. Tükendiyse zaten söylenecek bir şey yok.

Gelelim yazının en çarpıcı yerine; ‘seccadene dön’ çağrısına. Benim görebildiğim kadarıyla o şakirt seccadesini hiç terk etmedi. Hatta diyebilirim; seccadesine daha çok kapandı; yaptığı hatalarla yüzleşip soluğu seccadesinde aldı ve tıpkı hayalet yazarın dediği gibi nedamet edip Allah’tan af diledi. Af dilediği şeyler kendisinin Allah ile münasebetinde olması gerektiği yerde bugüne kadar olamaması, dinimize, ülkemize, Müslümanlığa ve insanlığa hizmet amacında sapma olmamakla beraber araçlarda yaptığı hataların yanında bir de AKP’nin gerçek yüzünü görememesi var. Parti programı ortada, seçim meydanlarında verilen sözler meydanda, 13 yıllık iktidarın ilk dönemleri ile son dönemleri arasındaki 180 derecelik değişiklik bütün dünya gündeminde. İşte yıllar sonra ortaya çıkan ve Türkiye tam da demokratik ülkeler seviyesine çıkacak, uluslararası arenada saygın, bölgede de ağırlığı olan etkin ve örnek bir ülke haline gelecekken makas değiştiren iktidarın gerçek yüzünü göremediği için af dilemekte. Hayalet yazarın Allah ile irtibatını bilemem; onun için seccadene dön gibi banal bir tavsiyede bulunmaktan Allah’a sığınırım ama eğer otoriterliğe doğru hızla ilerleyen iktidar projesinin bir parçası değilse bu ikiyüzlülüğü hemen görmesi ve verdiği destekten dolayı af dilemesini tavsiye edebilirim.

Ali Bulaç demişti galiba değil mi; “Çanakkale Savaşı’ndan sonra ümmet-i Muhammed’in başına gelen en büyük felaket“ diye. Sahi neydi o?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.