Duygusal ve teolojik kopuş

Geçen hafta üst üste okuduğum Doğan Şahin ve Ayla Yazıcı’nın ülke insanının bugün içinde bulunduğu ve muhtemelen yarın bulunacağı yere ait yaptıkları psikolojik tahliller kafamda dönüp duruyordu.

Özetle ifade edecek olursam psikiyatr Doğan Şahin: “Farklı siyasi görüşleri savunmanın düşmanlık ve ihanet olarak kabulü… bunun paranoid kavramı ile izah edilebileceği…” üzerinde dururken, meslektaşı psikanalist ve psikiyatr Ayla Yazıcı tespitlerini biraz daha ileri götürerek ülkenin tamamen paranoid-şizoid bir halde olduğunu söylüyordu. Meselenin ehemmiyetine binaen kendi cümleleri ile aktarayım: “Türkiye, yıllardır süren Kürt çatışmasının bedelini çok ağır ödüyor. Şu an ülke en geri psikolojik hal olan paranoid-şizoid halde. Birbirimize şüpheyle bakıyoruz. Kalabalık yerlerden belki bomba patlar diye uzak duruyoruz. Bireysel kimlikler kaybolmaya başlıyor. Grup aidiyeti artıyor. Etnik kimlikler önem kazanmaya başlıyor. Toplum gerilediği için bölünüyor. Örneğin, bir imza atmak veya atmamak, bir konuşma yapmak, belli grubun içinde veya dışında olmanızı belirler hale gelebiliyor. Bu delilik hali. Yanlış anlaşılmasın ama psikolojide paranda olarak adlandırdığımız hal. Böyle ortamlar saldırganlık dürtüsünü öne çıkarıyor. Algılarımız sadece siyah ve beyaz olmaya başlıyor. Böyle gerilemeli gruplar karizmatik lidere ihtiyaç duyar. Düşünmeyi, anlamayı ve eylem yapmayı lidere bırakır ve onunla özdeşleşir. Bu, bireyselliği yitirme hali. Yani Kürt grupları için söylediğimiz şey şimdi bütün Türkiye toplumunun hali oldu.” “Bütün Türkiye toplumunun hali oldu” tespiti oldukça ilginç, iddialı ve hem bugün hem de yarınlarımız adına ciddi sonuçlar doğuran, doğuracak olan bir halet-i ruhiye. Tabii şimdiden önlem alınmazsa ve tabii geç kalınmadıysa.

Dün de bu konuda bir araştırma sonucu okudum bir gazetede. German Marshall Fund’un desteği ile Türkiye’deki toplumsal kutuplaşmanın boyutu ile alakalı yapılan çalışmada nüfusun yüzde 76’sı bir başka partiye oy veren insanlarla komşu olmak, yüzde 83’ü farklı bir partiye oy verenle kızının evlenmesini, yüzde 78’i iş yapmayı, yüzde 74’ü çocuklarının arkadaşlık etmesini istemiyormuş. En garibi de başka partilere oy verenleri “ikiyüzlü, bencil, ülkeyi tehdit eden, bağnaz, hain..” gibi sıfatlar takıyormuş.

Siyasi söylemlerin toplumsal tahribatı

Ben buradan Fethullah Gülen Hocaefendi’ye intikal etmek istiyorum. Benzeri tespitleri 30 Mart yerel seçim ortamındaki kutuplaştırıcı siyasi söylemlerin hayatımıza hakim olmaya başladığı günden bu yana yapıyor. Gezi hadiseleri esnasında da benzer tespitleri vardı ama dozajın artması, toplumun tüm kesimlerini hedef alması, “ya bizdensin ya da …” zihniyetinin keskin ve net bir dille seslendirilmesine bağlı olarak bu türlü düşüncelerini daha net ve daha sık dile getirmeye başladı. Hatta bir defasında yakın bir gelecekte tüm toplumun ihtiyaç duyacağı psikolojik rehabilitelerden bahsetti ve uzmanların şimdiden hazırlık yapmasına bile değinmişti. Bu konuşmalara bire bir şahit olan birisi olarak defalarca söz konusu tespitleri bu köşeye taşımıştım. Dolayısıyla Sayın Şahin ve Yazıcı’nın söyledikleri kafamda dönüp duruyordu ama şaşırmamıştım. Ve bu değerlendirmelerin zihnimde ağırlıklı olarak yer işgal ettiği zamanda Hocaefendi’nin sohbetine katıldım.

“Dertli söyleyen olur” diye başlayayım sohbet ortamını tavsife. Her zamanki gibi yine gamgin bir vaziyetteydi. Bugün yine ne var demeye kalmadan kendisi açıkladı: “Müslümanlığın böyle algılanılması irtidattan daha kötü. İrtidatta hiç olmazsa bir mantık var, burada o da yok. Üstad’ın “Asırlardır rehnedâr, delik-deşik olmuş” dediği kale, bu çağda çok daha fazla rehnedâr oldu.”

Bu türlü durumlarda sözün gittiği yeri bilmek için Hocaefendi’nin ilgi alanı içine giren hadiselere, aktüel gündeme vâkıf olmak lazım; aksi takdirde sözün adresini bulmanız çok zordur. Hatta diyebilirim imkânsızdır. El yordamı ile bir sonuca ulaşabilir, tahminlerde bulunabilirsiniz ama bu çabalar pamuk tarlasında iğne aramaktan öteye geçmez. İsabet ettiğiniz zamanlar olabilir ama genelde recmen bi’l gayb olur, karanlıkta kuyuya taş atmaya benzer yaptığınız yorumlar.

“Dindar” kimlikle dine zarar veriliyor  

Ben “Müslümanlık, algı, irtidat, rehnedar” bu kelimelerden hareketle zihnimde bir yere varmaya çalışırken salonda bulunan birisinin sorusu meseleye açıklık kazandırdı. Meğerki ahirete intikal etmiş bir gazetecinin kendisine göre muhalif gördüğü insanlar hakkında kullandığı galiz kelimeler, hakaretler, hatta küfürleri tahsin eden, “Bizim yerimize de etti” tarzı bir beyanla takdir eden ve en garibi o küfürlerin hasenata çevrilmesi noktasında yapılan duayı kastediyormuş. El-hak doğru söylüyor Hocaefendi; dinin ne özüne ve ruhuna, ne de kabuğuna ve kışrına vâkıf olmayan insanların, ne bir ayet ve hadis ve ne de 15 asırlık gelenek içinde bir ulema içtihadı destekleyemeyeceği afaki temenniler bunlar. Hocaefendi’ye bu yorumu yaptıran da işte bunların dindar kimlikle din adına yapılıyor olması. Sonuç; dinin içinin boşaltılmasına devam edilmesi.

Gördüğüm manzara şu; göz göre göre ve yıllardır din adına ama dine rağmen yapılan davranışların çokluğu insanlarda duygusal bir kopuş meydana getirdi. Duygusal kopuş deyip geçmeyin. Bunun hemen ardından teolojik kopuş gelir. Bu ise fıtrattaki inanma duygusunun zorlaması ile insanı inanç bağlamında farklı arayışlara sürükler. Böylesi bir kulvara giren insanlar haklıdır-değildir ayrı bir yazının konusu ama Hocaefendi’nin sohbetin ilerleyen dakikalarında ifade ettiği gibi, insanlar karşılarında “sövmeyi ibadet sayan veya sayılmasını isteyen” zihniyeti görünce, başka arayışlar içine girebilir. Hocaefendi’nin irtidat göndermesine bu açıdan yaklaşmak lazım.

Sonra diyeceksiniz? Zaten ikindi namazı vakti yaklaşmıştı. Abdest hazırlığı için kalkarken dilinden Karacaoğlan’a ait şu beyt döküldü: “Bana derler gam yükünü sen götür; Benim yük götürür dermanım mı var?” Aslında bu şiir “Üryan geldim gene üryan giderim” adlı 4 kıtalık şiirin bir parçası ve günümüzde yaşadığımız hadiselerle irtibatlandırılabilecek öyle mısralar var ki. İsterseniz yazıyı o şiirle noktalayalım:

Üryan geldim gene üryan giderim

Ölmemeğe elde fermanım mı var

Azrail gelmiş de can talep eder

Benim can vermeğe dermanım mı var?

Dirilirler dirilirler gelirler

Huzur-ı mahşerde divan dururlar

Harami var diye korku verirler

Benim ipek yüklü kervanım mı var?

Er isen erliğin meydana getir

Kadir Mevlâ’m noksanımı sen yetir

Bana derler gam yükünü sen götür

Benim yük götürür dermanım mı var?

Karac’oğlan der ki, ismim öğerler

Ağı oldu yediğimiz şekerler

Güzel sever diye isnad ederler

Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.