Ben aynı yerdeyim ya sen dostum?

Dostum…

Sana isminle de hitap edebilirdim. Dostum demek benim tercihim. Daha sıcak gelir bu kelime bana nedense öteden beri.

Mektubumu eline alır almaz göreceğin bu hitap cümlesi seni ziyadesiyle şaşkınlığa düşürebilir. “2 yıldan beri yaptığım onca hakarete rağmen bana hâlâ dostum diye hitap ediyorsa…” diye düşünebilirsin. Cümlenin gerisini senin tercihine bırakıyorum. Şöyle diyebilirsin mesela; “…hitap ediyorsa, demek ki ben yeterli seviyede düşmanlık yapamamışım. Hayatımın merkezine koyduğum siyasi tarafgirliğim adına benden bekleneni istenilen ölçüde eda edememişim.” İstersen şöyle de doldurabilirsin: “…hitap ediyorsa, bu ne âlicenaplıktır, bu ne kendini aşmışlıktır, bu ne insanlıktır.” Karar senin dostum!

Önce mazi denilen hayat nehrinde kısa bir gezinti yapalım, hatıralar âlemine dalalım birlikte. Ne güzel günlerdi değil mi o günler! Tek yumurta ikizi gibi yaşadığımız, yediğimiz ve içtiğimizin ayrı gitmediği o tertemiz günler. Bir bedende iki ruh, iki ruhta bir beden gibiydik seninle ben. Kıskanırdı herkes bizi. Karşılıklı sevgi, saygı, muhabbet, vefa, sadakât, fedakârlık… say say bitmez be dostum! Böyleydi seninle bizim ilişkimiz. Bu manzaraya şahit olan dostlar “Aman nazar değecek” diye korkarlardı hatırlarsan. Ben demek sen demekti; sen demek de ben. Ama ya şimdi dostum!

Halk arasında kara kedi girdi derler ya, sanki aramıza kara kedi girdi. Hayır, keşke araya giren kara kedi olsaydı! Kara kedi bu kadar ayıramazdı bizi birbirimizden. Çocukluk ve gençlik yıllarımızı bilen insanlara sor istersen; ihtimal verirler miydi bugün böyle olacağımıza? Daha doğrusu senin benden böylesi bir kopuşla kopacağına… Ak diyorsun farkında mısın bugün, dün kara dediğine! Ya da tam aksi, kara diyorsun bugün, dün ak dediğine! Ben ise olduğum yerde duruyorum.

Aslında gurbette değil, kurbetteyim ben

Dostum!

1980-2015… Dile kolay. 35 yıl olmuş seninle aynı havayı solumuyoruz. Sen, merkezden uzak bir taşra şehri olan memleketimizde, ben ise kader rüzgârına kendini kaptırmış bir insan olarak 35 yıldır gurbetteyim. Gurbet deyişime bakma; lafın gelişi öyle söyledim. Aslında gurbet değil, kurbetteyim ben. Belki bu kelimenin de anlamını unutmuşsundur diye hatırlatayım sana: kurbet, Hakk’a yakınlık, halka yakınlık ve hakikate yakınlık demek. Sen de biliyorsun, kurbet yolunda yani Hakk’a, halka ve hakikate adanmış ömrümle, o ülke senin bu ülke benim dolaşıyorum yıllardır. Sahip olduğum imkânlarla insanlık ailesine daha yaşanılır bir dünya inşa etmek için karınca-kararınca çabalıyorum. Ama dostum; ben kurbette sen memlekette, şu iki yıl öncesine kadar, böyle hiç ayrılmadık seninle. Bu ayrılıkta gayrılık yok sözünün mücessem heykeli, müşahhas örneği olduk herkese. Nice masraflar, nice fedakârlıklar yaparak ziyarete geldin beni kaç defa; ben uğradım senin yanına her memlekete gelişimde. Ama ya şimdi? Onun için dedim sana, kara kedi değil bu aramıza giren. Başka bir şey. Adını sen koy onun. Çünkü bana bu mesafeyi koyan sensin, ben değil. Söyledim biraz önce, ben aynı yerdeyim. İstersen dene. Bana doğru gelmeye çalış. Koş demiyorum, yürü de demiyorum, sadece emekle. Bağrını açmış koşa koşa sana doğru gelen bir siluet göreceksin. Koşarken çıkardığım toz topraktan dolayı belki de seçemeyeceksin beni, kim bu tozu toprağa katmış bana doğru koşan diyeceksin. Toz bulutları çekilince aradan, göreceksin o ben olacağım. Dostum deyişimden belli değil mi a dostum!

Fedakârlığı, suça bulaşmayan yapar

Beni bilirsin; bu ben değilim. Haklı olduğum noktalarda diklenmeden dik durmasını bilen, inanç, ilke ve prensiplerinden taviz vermeyen birisiyim. Eğer ahirette Allah’a arz edebileceğim geçerli ve meşru bir gerekçem varsa, feriştahı gelse geri adım attıramaz bana. Öyleyse neden ben bana rağmen hareket ediyorum ve edeceğimi söylüyorum sana? Şundan dolayı, senin de çok iyi tanıdığın bir Fethullah Gülen rehberliği var benim ve bizim önümüzde. Hani bir zamanlar hıçkırıklarla vaazlarını dinlediğin Hocaefendi. Hani gece treniyle sabahlara kadar yol gidip İzmir Bornova’da vaazlarını canlı olarak dinlediğin asrın dertlisi. O telkin ediyor böyle davranmamızı. ‘Aman ha!’ diyor; ‘Durduğunuz yerde durun; hatalarını anlayınca geri dönecek ve gururuna yedirebilenler özür dileyecek. Özür dilemeseler bile önemli değil; onlar geri döndüklerinde sizi bıraktıkları yerde bulmamalılar.’ Çünkü diyor ve ilave ediyor: ‘Parçalanan sosyal dokuyu tamir etmek, kamplara bölünen toplumu birleştirmek, ruhen, kalben, bedenen eskisi gibi bir ve beraber olmayı sağlamak, bir tarafın fedakârlık yapması ile mümkündür.’ Sence kim yapacak bu fedakârlığı dostum? Cevabını ben vereyim; elbette haklı olan. Çünkü haklı olan insaflı olur. Elbette suça bulaşmayan. Çünkü suça bulaşmayan hukuktan, adaletten, kanundan korkmaz. Elbette ne halk ne de Hak önünde verilemeyecek hesabı olmayan. ‘Yoksa’ diyor Hocaefendi ‘Gelecek nesillere kin, nefret miras bırakmış olursunuz. Bunu burada kesmeli ve sonlandırmalısınız.’ İşte dostum, okuduğun mektubu hem de ‘dostum’ diyerek yazdıran bu tavsiye.

Sen, Vahşi’yi bilir misin?

Bütün bunlarla beraber aklımın yanında kalbimin de olduğu gerçeğini hatırlatarak sana şunları söylemeden geçemeyeceğim. Hatırla dostum; ‘Bu da geçer ya Hu!’ diye bir deyim vardır bizim literatürümüzde. Ne kadar doğru! Hangi fani, ebedi kalmış ki! Adı üzerinde fani. Hangi zalim ve hangi zulüm ebedlere kadar devam etmiş ki? Dolayısıyla geçecek. Nitekim geçmeye başladığı gibi. Üstü katiyen kapatılamayacak gerçeklerin önündeki sis perdesi kalkacak ve gerçek bütün çıplaklığı ile açığa çıkacak. Nitekim perdenin kalkmaya ve gerçeklerin gün yüzüne çıkmaya başladığı gibi. Onun için geçecek dedim. Ama dostum, bu günler geçse bile geride bıraktığı izler varlığını devam ettirecek. Sözlerinle kalbime sapladığın zehirli mızrağın, attığın ağulu okların yarası varlığını sürdürecek. Kabil-i iltiyam değil o yaralar maalesef. Bununla beraber ben, sana söz veriyorum, Hocaefendi’nin tavsiyelerine uyarak irademle aklıma ve zihnime baskı yapacağım. Yaşadığım her şeyi hafızamdan sileceğim. Fakat aklıma ve zihnime hakim olduğum ölçüde ihtimal gönlüme ve kalbime hakim olamayacağım. Tıpkı Nebiler Serveri’nin amcasını şehit eden Hz. Vahşi karşısında taşıdığı hisler gibi hisler yaşayacağım. Dolayısıyla eğer geri dönersen bir gün, beni bıraktığın yerde bulacaksın, ama bedenimle ve cesedimle. Evet; söz veriyorum, bedenimle ve cesedimle eski günlerdeki gibi sana sarılacağım fakat bu bedende eski kalbim olmayacak bilesin, bu cesedimde eski gönlüm olmayacak unutmayasın!

Gönlümün değil aklımın sesini dinledim

Dostum!

Neden bu mektubu yazıyorum? İnan ben de bilmiyorum. İnsiyaki derlerdi eskiler. 6 saat süren bir uçak yolculuğumda sen tulû ettin gözümün önüne. Okuduğum kitapta, seyrettiğim dizide senin siluetini gördüm ve bilgisayarımı çıkartıp sana bu mektubu yazmaya başladım. Nasıl geldiyse öyle yazdım. Gönlümün değil, aklımın sesi olarak yazdım. Şu ifritten süreçte bana intikal eden cümlelerinle, sosyal medyada hayret ufkunda okuduğum değerlendirmelerinle, üzerinde küçük bir çakı bile taşımayan insanlara terörist yaftası yapıştıran kanaatlerinle savaş ede ede yazdım hem de.

Son olarak şunu da ifade edeyim dostum; şahsi haklar bir yana, kamuya mal olmuş, milyonlarca insanın hak ve hukukunu alâkadar eden söylemler ve eylemlerin münasebetiyle hukuki davalara muhatap olursan hiç şaşırma. Onları benim af etme yetkim yok ve olamaz. Tarafsız yargı, bağımsız mahkeme, adil yargılama ve özgür bir hükmü birlikte barındıran hukuk bir gün bu ülkeye geri dönerse, sen dahil hesabını verecek herkes yazdığının ve yaptığının. Ahirete gelince, onu Ahkemü’l-Hakimîn olan Allah bilir.

Dostum! Muhasebe ve murakabe zamanı şimdi. Eski günlerin hatırına kendini bir dinle ne olur! Endam aynasının karşısına geç ve bir bak içine. Ne oldu bana de? Şahsen ben, senden, tarihe “bir bölen” olarak geçecek -belki de geçmiştir bile- bir zihniyete ve onun propagandalarına bu denli esir olmanı hiç beklemezdim!

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.