Edille-i şer’iye üzerine

İlkokuldan sonra üç sene Kur’an Kurslarında Kur’an, tecvit, ilmihal, Arapça, fıkıh okuduktan sonra İzmir İmam-Hatip Okuluna girdim.

Daha alt sınıflarda (1962-1963)  Risale-i Nurları tanıdım ve ciddi okumaya başladım. Ahmed Feyzi Kul gibi Üstad Hazretlerinin mühim talebelerini de tanıdım. Bundan üç-dört sene sonra (1966) M. Fethullah Gülen Hocaefendi İzmir’e geldi. İmam-Hatip ve İlâhiyatta Öğrenci Yetiştirme Yurduna da müdür oldu.

Bizim de kaldığımız bu yurtta imam-hatip okulunda okuduklarımızın dışında özel olarak fıkıh, hadis, tefsir ve kelâm dersleri de okutuluyordu. Ayrıca yazları okullar tatil edildikten sonra da bu dersler devam ediyordu. Bu kursun yaz derslerine gelmeyen öğrenciler okullar açılınca yurtta kalamazdı…

Hocaefendi, bütün sene boyu oradaki derslere Allah rızası için hiç ücret almadan girerdi. Kendisi sadece vaizlikten aldığı maaşla geçinir, zaten çoğunu da yine öğrencilere harcardı. Yurdun yemeklerinden yemezdi. Bunu bütün öğrenci arkadaşlar ve idareciler de bilirdi…

Üstad Hazretleri ve Risale-i Nurlar için sağdan soldan gelen itirazlar için bizzat Hocaefendinin kendisinden; “Biz Üstad Hazretlerine ve Risale-i Nurlara, Kitap ve sünnete uygun şekilde, İslâmiyeti, Kur’an ve iman hakikatlarını anlattıkları için sevgimiz, saygımız var, edille-i şer’iyeye ters hiçbir taraflarını, görmedik… Bütün İslâm büyüklerine ve eserlerine Allah için, Kur’an için, İslam için saygımız ve candan bağlılığımız olduğu gibi, bunlara da öyle bağlıyız” meâlinde sözlere şâhit oldum ve 50 seneyi aşkın yakınlığımda da bunların aksine hiçbir şey işitmedim.

Bugüne kadar dini, imanı, İslamı, Kur’an’ı bilen gerçek âlimlerden de Üstad Hazretleri ve Hocaefendi hakkında benim şu kanaatimin aksine hiç bir şey işitmedim. Ben de Yüksek İslam Enstitüsü mezunuyum ve okumayı seven bir Müslümanım… Hizmeti İslâm dışı göstermeye çalışanlara da hayret ediyorum. Televizyonlarda bilir bilmez konuşan pek çok insan var, dergilerde ve gazetelerde de yazı yazanlar var, söylediklerine bakınca dehşete kapılıyorum; bu insanlar hiç Allah’tan korkmazlar mı? Ahirete hiç imanları yok mu? İmanı olan kimse bu iftiraları nasıl atar? Hesap, kitap, mahşer, terazî, mizan diye bir gün yok mu? Orada nasıl hesap verecek ve o dehşetli günde dünya makamı, mansıbı ve menfaati karşılığında  attıkları bu iftiraların altından nasıl kalkacaklar?..

Bundan dört-beş sene önce Güney Doğu’daki medreselerle ilgili bir mektup gelmişti; durumlarını Hizmet ile bir görüşmek istiyorlardı. Önde gelenlerle görüştük. Beş bin tane öğrencinin okuduğunu öğrendim çok sevindim. Bazılarını da ziyaret ettim.

1986 senesinde de Siirt’te Tillo’da görüştüklerim olmuştu ama bu derece köklü olduğunu bilmiyordum. Allah rızası için ehl-i sünnet esasları üzerine âlim yetiştiriyorlar. Fakat resmiyeti olmadığından diploma verilemediğinden bu mübarek emekler tam değerlendirilemiyor. Onun için o bölgede bulunan şehirlerdeki Hizmetin üniversite hazırlık dersanelerinin başında bulunanlarla da görüşerek, burada yetişenler için özel kurslarla dersler vererek dışarıdan imam-hatip lisesini bitirme ve ilâhiyat tahsili yaptırma imkânları üzerine neler yapılabileceğini görüştük.

Hizmet, üzerine düşeni yapacaktı. Hatta ilahiyat fakültelerimize asistan olarak girmeleri, doktora yapmaları için yapabilecekler de meselenin içinde vardı. Bu hususta o müesseseleri kapatıncaya kadar üzerlerine düşenleri yaptıklarına inanıyorum.

O senenin Ramazan ayında bir iftar münasebetiyle Ankara’da hükümetin iki bakanı ile aynı masada bulunuyorduk. Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı’na bu ziyaretlerimi anlattım. Devletin de sahip çıkması gerektiğini söyledim. Hatta, asırlardır devam edip gelen bu mübarek geleneğin günümüzdeki temsilcilerine de yani ders veren âlim hocalara da birer konum takdir edip ona göre maaş olarak da onlara değer verilmesini ifade etmeye çalıştım. Bu meselelere zaten çok önem veren birisi olduğu için bakan bey ilgilendi ve zaten böyle bir düşünceleri olduğunu söyledi.

Şimdi, orada yetişmiş üstlerde bir görevlinin, o kanaat önderlerini de çağırıp Hizmet aleyhine bir karar aldırmak için gösterdiği gayretlere bakıp dehşetler içinde hayret ediyorum. Bu nasıl bir düşmanlıktır, hatta nasıl bir anlayıştır. Herkesten önce dini resmen temsil edenlerin Allah’ı ve âhireti hiç unutmamak gerekir. Zâlimlerin sonunu gören güçsüz zayıf bir mazlumun 40 sene önce söylediği “O öyle bir Allah’tır ki” sözünü hiç unutamıyorum.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.