Arif Özutku
Eski Yazıları
- Hakikate ermek için bugünleri görmek gerekiyormuş
- Takke Düştü, Kipa Göründü
- Evrensel barış artık hayal değil
- Efendimiz’in, Dindar Nesilden Anladığı
- Gözümüz aydın, paralel Türk Okulları geliyormuş
- Mevlana Yürekli Öğretmenler
- Kayyımları Eğitim Kurumlarına Gönderenler Kendilerinden Ne Bekliyorlar?
- Obama’nın Türk Okulları’nda Gördüğü
- Evdeki Yangın, Mutfaktaki Girdap
- Fehmi Koru’ya Cevap
- Daha eski yazılarını gör...
Papazlıktan Şehadete Bir Hizmet İnsanı Portresi: Durban’ın İbrahim Abisi
Güney Afrika’dan Mehmet Naci Kaya Bey Durban’ın İbrahim Abisini anlatıyor:
Asıl ismi Vusimusi Jerome Mkhize,
Güney Afrika’nın Durban şehrinden bir siyahi….
27 yıl boyunca papazlık yapmış…
Papazlık yaptığı sıralarda bir arayışa girmiş. Allah (cc) kalbinde hidayet nurunu yakmış…
Kelime-i şehadet getirip alemlerin Rabb’ine teslim olmuş…
Vusimusu Jerome, Müslüman olduktan sonra İbrahim ismini almış… Bu ismi almasının sebebi ilahi dinlerin babası olarak gördüğü Hz İbrahim’e olan hayranlığıymış…
Müslüman olduktan sonra Durban’da açılan İslami Diyalog Merkezi’ni ziyaret etmesiyle tanıştık onunla. Kader hem bizim, hem onun yoluna su serpmiş bizi ona, onu bize yoldaş etmişti.
Diyalog merkezindeki birlikteliğimiz onun adına imanını pekiştiren bir sürece dönüştü.
Nurlarla ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin eserleriyle tanıştı. Bizim adımıza onunla beraber olmak ise tam bir samimiyet geliştirme kursu gibiydi. İnandığı değerler adına sarf ettiği muazzam enerjisine şahit olmak bizi heyecanlandırıyordu. Aksiyonu hepimizi mahcup edecek düzeydeydi.
O artık biz hicret erlerinin tartışmasız İbrahim Abisiydi.
Hak dini seçtikten sonra son nefesine kadar soluksuz hizmet etti. Dini yaşamak onun için tebliğ etmek manasına geliyordu. Bize “Ne kadar güzel hizmet teknikleriniz var, kaynaklarınız çok güzel. Bu tekniklerle ve eserlerle güzel dinimizi bütün dünyaya anlatabiliriz.” diyordu.
İnsanları topluyor onlara Sonsuz Nur’dan sohbetler yapıyordu. Kendisini dinleyenlerin arasında hem Hristiyanlar hem de yeni Müslüman olmuş insanlar bulunuyordu. Tatiller dâhil hiçbir gününü boş geçirmiyordu.
Bir An Önce İnsanımız Bu Eserleri Okumalı
Kendisi gibi sonradan Müslüman olan gazeteci arkadaşı Musa Beye: ’’Sen Sonsuz Nur’u Zulu diline çevir, ben Risaleleri tercüme edeyim. Bir an önce insanımız kendi dilinde bu eserleri okuyabilsin.’’ demişti.
Güney Afrika’nın 2010 dünya kupasına ev sahipliği yapacağı belli olunca bizlere; “Arkadaşlar bütün dünya buraya gelecek, bu İslam’ı anlatma adına çok büyük bir fırsat, iyi hazırlanmalıyız, stantlar kurmalı, broşürler bastırmalıyız” dedi.
Şehir merkezinde gençlik merkezi haline getirdiğimiz iki katlı bir binamız mevcuttu.
Çoğunluğu varoşlardan olmak üzere pek çok genç buraya ders almaya geliyordu. Biz İngilizce, matematik gibi dersler veriyorduk. O da gelen gençlere ahlak ve maneviyat temelli sohbetler ediyordu.
İbrahim Abi güzel dinimizi insanlara ulaştırabileceği her fırsatı ganimet biliyordu. Bu bağlamda kurban bayramındaki yapılan kesim ve dağıtım programlarına çok ehemmiyet veriyordu. Organizasyon sorumlusu oydu. Kot ceketini üstüne giyer, Türkiye’den gelen misafirleri yanına alır Durban’daki başta varoşlar olmak üzere bütün kesimleri gezer ve Hz. İbrahim üzerinden kurbanı ve İslam’ı onlara anlatırdı. Yerli halka: ‘’Bu insanlar sizin Türkiye’den gelen Müslüman kardeşleriniz, çok uzaklardan sırf size bu eti vermek için gelmişler, bu güzel davranışı yapmalarını onlara dinleri emrediyor’’ derdi.
İbrahim Abi elli yaşından sonra Müslüman olmuştu. Buna rağmen ibadetlerinde çok hassastı. Namazlarını şuurlu bir şekilde eda ederdi. O namaz kılarken en çok etkilendiğim hali teşehhütteki oturuşuydu. Kelimeler o oturuşu tarife kifayet etmiyor. Sanki o oturuşta bu dünyayla alakası kesilir, ötelerde gezinirdi.
Kuran okumaya çalışırdı. Özellikle Ali Ünal Abi’nin mealini elinden düşürmezdi. Risaleleri de aynı ciddiyetle okuyup anlamaya çalışırdı. Orucuna gelince: Böbrek yetmezliği ve diyabet gibi pek çok rahatsızlığı olduğu halde oruçlarını ihmal etmiyordu. Zaman zaman ilgilendiği gençleri arabasıyla toplar, akşam maça götürür, onlarla olduğu anlarda kendilerine tebliğde bulunurdu. Bu maçlara bazen biz de iştirak ederdik. 2009 yılının Ramazan ayıydı. Gene böyle bir maçın sonrasında götürdüğü gençleri arabasıyla evlerine dağıtıyormuş, bıraktığı gençlerden bir tanesinin evine girmeye çalışan iki silahlı soyguncu onu fark etmişler ve kendisine ateş etmişler. Vücuduna dört mermi isabet etmiş.
Üstat Hazretleri Benim Yerimde Olsaydı Acaba Ne Yapardı?
Hastaneye kaldırıp, acil müdahale etmişler. Biz geldiğimizde bilinci kapalı idi. Bir kaç gün komada kaldı. Sonra yoğun bakımdan çıkarıldı. Bir hafta sonrada taburcu ettiler. Evine geçtiğinde hala Ramazan ayındaydık. Ben ona İbrahim Abi sen mazursun, vücuduna dört kurşun isabet etti, bu sebeple özürlü kabul ediliyorsun. Dolayısıyla oruç tutmamalısın dedim. O da tamam diye cevap verdi. Ertesi günün sabahı evine gittim. Hava güneşliydi, taburesini evin dışına çıkarmış, elinde bastonu ile bahçede oturuyordu. Beni görünce tebessüm etti.
Ben o tebessümün ne manaya geldiğini çok iyi biliyordum. Ona yaklaşıp beni dinlemeyip oruca niyetlendin değil mi dedim. Tebessüm ederek gece uyumadan önce alarmı sahur için kurdum. Vakti gelince çaldı, uyandım. Yatağımda oturup oruç tutayım mı yoksa tutmayayım mı diye düşünmeye başladım. Kendi kendime Üstat Hazretleri benim yerinde olsaydı acaba ne yapardı diye sordum. Hiç tereddüt etmeden Bismillah deyip yatağımdan kalktım, mutfağa geçtim O aksam iftarı beraber yapmak üzere sözleştik. Bu oruç onun tuttuğu son orucu oldu.
İkindiye doğru bir telefon geldi. Eşi durumunun kötüleştiğini, kendisini hastaneye kaldırdıklarını söyledi. Hemen yanına gittim, yatağında uzanıyordu. Şuuru tekrar kapanmıştı. Eşine orucunu bozdu mu diye sordum, hayır tutuyor dedi. İftar vakti girmişti. Yanımda getirmiş olduğum hurmalardan birini ikiye böldüm, küçük bir parçasını ağzını açıp üst damağına yapıştırdım. Kalanını ben yedim. Dediği gibi olmuş bugün iftarı beraber yapmıştık.
Bu seferki bir öncekine benzemiyordu. Durumu gerçekten ağırdı. Girdiği komadan İbrahim Abi hiç çıkamadı. İki gün sonra Hakk’a yürüdü. Onun şehadeti bizleri derinden sarstı. Sanki babamızı, annemizi kaybetmiş gibi olmuştuk. Ama her şeyden önce Durban, İbrahim Abisini kaybetmişti. Müthiş bir hizmet eriydi, tükenmek bilmeyen bir enerjisi vardı. Son nefesine kadar hizmet etmekten geri durmadı. 2010’da yapılacak olan Dünya Kupası müsabakalarına gelen insanlara İslam’ı anlatırken bizimle olamadı. Arkadaşı Musa Bey’in 2011’de tercümesini bitirdiği Sonsuz Nur’un baskısını da göremedi. Ama bizler onunla geçirdiğimiz altı yıl içerisinde kendisinden çok şey öğrendik.
Vefatından sonraki senenin kurban bayramı arefesiydi. O’nun vefatından sonra kurban organizyonu bizim üzerimize kalmıştı. Türkiye’den ve Avrupa’dan gelen fedakâr abilerimiz gene bu bayramda Durban’lıları yalnız bırakmamışlardı. Gelen misafirlerimizle toplanmış ertesi gün yapılacak kesim ve dağıtım işlemlerinin detaylarını gözden geçiriyorduk. İbrahim Abi’nin aramızda olmaması gönüllerimizi derinden yaralıyordu. Bir ara içimden ‘’Neredesin İbrahim Abi keşke sende bizlerle beraber olabilsen!’’ diye geçirdim.
O gece İbrahim Abi’yi rüyamda gördüm. Kurban dağıtırken giydiği kot ceketi üzerindeydi. O nurlu yüzüyle elinde kurban dağıtılacak yerlerin listesi, mahalle mahalle, köy köy geziyor, kurban gönderen kişilerin isimlerini ve soy isimlerini okuyordu. Bizler, kurban getiren abilerle onun arkasından gidiyorduk Teker teker bütün evlerin kapısını çalıp bizler hizmetten geliyoruz, sizlere kurban eti getirdik diyordu.
İbrahim Abi’yi rüyamda bu şekliyle görmüş olmam hem hizmet erlerinin başka bir âlemde koşturmaya delalet ettiğinin, hem de Allah indinde kurban dağıtımının ne kadar büyük bir hizmet olduğunun göstergesi hükmündeydi.
Allah şefaatine nail eylesin…
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment