Arif Özutku
Eski Yazıları
- Hakikate ermek için bugünleri görmek gerekiyormuş
- Takke Düştü, Kipa Göründü
- Evrensel barış artık hayal değil
- Efendimiz’in, Dindar Nesilden Anladığı
- Gözümüz aydın, paralel Türk Okulları geliyormuş
- Mevlana Yürekli Öğretmenler
- Kayyımları Eğitim Kurumlarına Gönderenler Kendilerinden Ne Bekliyorlar?
- Obama’nın Türk Okulları’nda Gördüğü
- Evdeki Yangın, Mutfaktaki Girdap
- Fehmi Koru’ya Cevap
- Daha eski yazılarını gör...
Keramet Tarhana Çorbasında
Babam nüktedan bir adamdır. Hem espri yapmak, hem de tefekkür et(tir)mek için sık sık çevresindeki insanlara sorular sorar.
Meşhur sorularından bir tanesi: “Osmanlı devletinin üç kıtada hükümran olmasının temel sebebi nedir, söyleyebilir misin?”dir. Muhatapları, askerinden maliyesine oradan devlet geleneğine ve iç disiplinine kadar birçok cevabı veredursun, babam tebessüm ederek “Hayır, bilemediniz. Osmanlı Devleti zamanında insanlar sabah kahvaltısında tarhana çorbası içerlermiş, gücü kuvveti bundan ileri geliyormuş.” der. Tabi bu sorunun sorulmasında ve kahvaltı kültüründen örnek verilmesinde temel amaç, bizden önceki nesillerin sahip olduklarıyla bizim sahip olduklarımızın arasındaki büyük farkın kıyas edilmesinin istenmesinden öte bir şey değildir ve bence cevap muhteva olarak o dönemin insanlarıyla kıyaslandığımızda ne kadar zengin olduğumuzu gösteren yalın bir hakikati bünyesinde muhafaza etmektedir.
Belki ne kadar zengin olduğumuzu anlamak için ta Osmanlı Devleti dönemine de gitmeye gerek yoktur. Bizden bir önceki nesil, yani çocukluklarını kırklı, ellili yıllarda yaşayanlar da o zamanların zor şartlarını anlatırken “Günde iki öğün yemek yerdik, sabah kahvaltısı mutlaka çorbadan ibaret olurdu. Üç öğün, sonradan çıktı. Eti kurban bayramına kadar kolay kolay görmezdik, annelerimiz kemik suyuyla yemek yaparlardı, onu et diye sayardık. Bayramlar çok önemliydi. Çocukken yeni elbiseyi ve ayakkabıyı sadece bayramlarda görürdük, evin içerisinde eşyalarımız sedirden ve minderden ibaretti oyuncaklarımız bez bebekler basit çemberlerdi ama mutluyduk. Hala o günler gözümde tütüyor.” diye anlatırlar. İnsanların imkânlarının günümüze göre çok daha kısıtlı olduğu ama sosyal dayanışmanın çok fazla yaşandığı o dönemler maddi imkânların düzeyine bakmadan insanlara yaşadıkları hayattan lezzet aldırabilmekteydi.
Sultanlar ve Garipler
İçinde bulunduğumuz zamanı babalarımızın zamanı ile kıyasladığımızda onlara göre ne kadar büyük imkânlara sahip olduğumuzu anlıyoruz. Daha çeşitli ve daha çok tüketiyoruz. Daha müreffeh yaşayıp daha fazla harcıyoruz. Böyle mutlu olacağımızı düşünüyoruz ama olmuyor yapamıyoruz. Bizim sahip olduklarımızın onda birine sahip olanların mutluluğunun onda birine ulaşamıyoruz. Eski zamanların sultanlarının yaşadığından daha lüks yaşıyor ama o dönemin garibanlarının hayattan aldığı lezzeti maalesef alamıyoruz. İçimizden bir ses bize aradığımız mutluluğu yanlış yerde arayıp onu farklı şeylerle karıştırdığımızı haykırıyor ama bu çığlığı da duymak istemiyoruz. Çünkü biz en başta daha mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyoruz.
Mutluluk, en önce ne olduğu öğrenilmesi gereken bir duygudur. Mutsuz insanlar gerçekte mutluluğun neye benzediğini öğrenememiş zavallı insanlardır. Mutlu olmayı öğrenmenin ilk adımı onu basit ve kolay ulaşılabilecek şeylerin içerisinde aramak, ikincisi ise onu tek başına yaşanmayacak kadar değerli bir duygu olarak kabul etmektir. Belki bir üçüncüsü, onu erteleme gafletine düşmemektir. Yani yaşadığımız o an mutlu olabilmeyi istemektir. Mutsuz insanlar için mutluluk hayatın bir sonraki evresinde şu an elinde olmayan şeylere sahip olunduğunda ulaşılabilecek bir neticedir. Mutlu insanlar için mutlu olabilmek, o an sahip olduklarının kıymetini bilmekle olur.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment