Zaman’ın sesine ortak olmak

Gazetemizin yıllık abone kampanyası geleneksel olarak ekim ayında yapılıyor.

Türkiye’de yaşadığım dönemlerde bu kampanyaların konuşmacılarından biriydim. Her yıl Anadolu’nun değişik il ve ilçelerine gider, okuyucu-yazar buluşması adı da verilen programlarda insanımızla konuşma, tanışma, dertlerini dinleme, gazete yayınları konusunda düşüncelerini alma imkanı bulurdum.

Yurtdışı hayatımın başladığı 2000 yılından bu yana ise fırsat bulduğumda ya da başka bir vesile ile ülkemde bulunuyorsam programlara iştirak etme imkânım oldu. Geçen hafta bir vesile ile Türkiye ve hemen peşinden Almanya ve Belçika’daydım. İstanbul, İzmir ve Kütahya olmak üzere Türkiye’de 3, Almanya’da ve Belçika’da ise yaklaşık 10 programa katıldım. Gerek bu programlar gerekse program öncesi ve sonrasındaki çay-kahve ve yemek vesilesi ile bir araya gelmelerden edindiğim izlenimlerden bazılarını maddeler halinde paylaşmak isterim.

1-Türkiye’de programların yapıldığı yerler açısından eski dönemlere nispetle daha küçük salonlarda buluşmalar söz konusu. Nedeni malum? AKP’li belediyeler cemaatin “hain, düşman ve hatta terörist” ilan edildiği yerde partisi ile çelişmek istemiyor. Benimle paylaşılan onlarca anekdota göre, başta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere cemaatin hain, düşman ve terörist olduğuna katiyen inanmıyor ve bunu ikili ilişkilerde, isimlerinin sağda-solda açıklanmaması kaydıyla da ifade ediyorlarmış. Bazıları ise birilerinin hışmına uğramamak, kara listeye girmemek ve özellikle maddi kazanımlarını kaybetmekten korktukları için tanıdıkları insanlarla yüz yüze gelmek istemiyor ve dolaylı olarak haber gönderiyorlarmış. Söyledikleri şey “Büyük yanlışlıklar yapıyorlar ama..” türünden ama’sı, lakin’i, fakat’ı çok altı boş cümlelerle doluymuş. Bir tanesi var ki beni çok düşündürdü: “Allah bu yaptıklarımızdan dolayı ahirette kulağımızı çekecek ama siyasetin fıtratı bu.”

Okur, gazetesine sahip çıkıyor

Bütün bunlara iki yıl önce bir kitabıma isim olarak da verdiğim Hocaefendi’nin meşhur cümlesi ile karşılık vereyim; “Bize de çekmek düştü!” Evet; maddi açıdan müspet hareket etme, hukuki ve kanuni prosedürlere riayetle hak, hukuk ve adaleti arama, yapılan hukuksuz muameleleri, zulümleri hatta zulüm kertesini aşan davranışları yine hukukun önüne götürme; manevi açıdan da konumlarını ve yetkilerini suiistimal ederek bu yanlışları yapanlara dua etme. Daha başka ne yapılabilir bilemiyorum. Ne diyelim; Allah iz’an, insaf, basiret versin. Efendimiz’e (sas) isnat edilen duadan mülhem, eşyanın hakikatini onlara olduğu gibi göstersin.

2-Programlara katılanlar zaviyesinden gördüğüm manzara şu oldu; elle tutulmayan ama gözle görülen, kalple hissedilen bir kenetlenme söz konusu. Coşku ve heyecan, sadakat ve vefa ile iç içe. Samimiyet soluduğunuz havaya yansıyor. Müthiş bir özgüven gördüm ben o insanlarda. Zamanın sesi olan Zaman’ı okumak ve başkalarını okumaları için teşvik etmekle yanlış yapmadıklarını zamanın çehresine haykıran ve bunu tarihe bir yâd-ı cemil olarak miras bırakmak isteyen insanlardı onlar. Kaldı ki bugünkü genel hava içinde sözünü ettiğim özgüvene sahip olmayanlar o salonlara gelmez ve gelemezdi.

Malum salon konuşmalarında seyirci tarafından beğenilen düşünceler alkışla karşılanır. Bu makamda alkış, kabulün, tasdikin, takdirin ve tebrikin ifadesidir. Yaptığım konuşmalarda alkış aldığım konu – ki bu alkışlar aynı zamanda benim özgüven tespitimin delilidir- şuydu: insan cinsi, ırkı, dini, mesleki kimlik ve vasıflarını özgüven içinde ifade edebilmeli. Demirci ise şayet rahatlıkla ve güvenle “Ben demirciyim” diyebilmeli. Eğer demirci değilse, başkasının “Sen demircisin” nitelemesine aldırmadan aynı özgüvenle “Ben demirci değilim.” diye haykırabilmeli. Demirci olmadığı halde “Sen demircisin” diyen kişinin kimliği, kişiliği, vasfı, konumu, makamı, ilmi, tecrübesi, ufku vs. ne olursa olsun onu kararından vazgeçirmemeli. Neden? Çok basit; çünkü demirci değil ve bunu en iyi bilen de kendisi. Bu bağlamda verdiğim birkaç örnekten sonra salonda yerlerini alan dinleyicilere sordum; “Siz terörist misiniz?” Bunun ardından “Terörist iseniz, terörist eylemlerde bulunduysanız, cümle aleme ilan edin, ben teröristim deyin ve bedeline katlanın, cezasını çekin; ama değilseniz özgüven içinde çıkın ve haykırın etrafa: ‘Ben terörist değilim.’” Alkışlar mesajın muhtevasını çok iyi anladıklarını gösteriyordu. Takdir edeceğiniz gibi mesele alkış değil, o alkışa insanları sevk eden fikrin tutarlılığı ve kabulü.

Hak ve hakikatin temsilcisi olabilmek

3-“Zaman zaman değil her zaman, Zaman.” Bir kelime ilavesiyle bu sloganik cümle yıllarca mesai arkadaşlığı yaptığımız Mahmut Çebi’ye ait. Birlikte dolaştık Almanya’yı. Eski günleri yâd ettik, yaşadığımız günleri masaya yatırdık, yarınları konuştuk yolculuklarımızda. Avrupa’nın havası Türkiye’ye nispetle daha farklıydı. Olayların merkez üssünde yaşamamalarına rağmen, sanki Türkiye’de yaşıyormuş gibi bir duyarlılık gördüm insanımızda. Global bir dünya, her şeyden anında haberdar olunabilen bir zeminde sözünü ettiğim duyarlılığa sahip olunması ve hemen her yerde “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna cevap aranması bu bağlamda şaşırtıcı değil. Fakat insanı bugün ve yarınlar adına endişeye sevk eden bir başka manzara daha var; o da Türkiye’deki parçalı alt kimliklerimizden dolayı çok çeşitli fay hatları üzerine kurulu yapımızın buralarda da varlığı ve bunun sebebiyet vereceği kutuplaşmanın boyutlarının derinleşmesi. Üzülmemek elde değil. Maalesef kamplaştırma ve kutuplaştırma siyasetinin en kolay meyveye duracağı topraklar buralar. Örnekleri de ortada. Yazık ki ne yazık!

Burada en çok dikkatimi çeken şey, okuyucularımızın Almanya ve Belçika Zaman için gösterdikleri ve gösterecekleri gayret yanında Türkiye Zaman abone kampanyasına iştirak etmeleri için verdikleri sözler. “İnsan böyle günde belli olur.” diyen o kadar çok yiğit insan gördüm ki… Allah sa’ylerini meşkûr etsin.

Şu on günlük kısa seyahatim bana bir kez daha gösterdi ki, Zaman Gazetesi sadece gazete değildir. Onu sadece bir gazete olarak görenler aldanıyor. Hayır, bir sevdadır o. Hepimize düşen ise evrensel insani değerler, ahlaki kriterler, basın meslek ilkeleri doğrultusunda hak ve hakikatin temsilciliğini yapmak.

Hasılı; gazete çalışanları olarak A’dan Z’ye hepimize düşen görev, zamanın sesini dinlemek, doğru anlamak ve doğru yorumlamak. Vefalı okuyucularımıza düşen de Zaman’a olan desteklerini istikamet üzere istikrarla sürdürmek.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.