Ayşin Koca
Eski Yazıları
- Dünyadan haberdar olmak istemiyorum!
- Bilmek üstüne
- Gurbetten bir kaç kelam
- Lawê mın, em ê çı pîroz bıkın! (Evladım neyi kutlayacağız!)
- ‘Küçük Şey Yoktur’ İftarları
- Ayşin Koca - Joe Frazier’ı yenmek ya da Muhammed Ali olmak
- Ayşin Koca - Annelik Üstüne
- Ayşin Koca - Bir Laik Vardı Diyenler
- Ayşin Koca - Çocukluk Hikayelerimiz
- Ayşin Koca - Ümit Güzel Şey
- Daha eski yazılarını gör...
Ayşin Koca - Ümit Güzel Şey
Avusturyalı ünlü yazar Stefan Zweig, 1942 yılında Brezilya’da karısıyla birlikte intihar eder. Varlıklı bir ailenin çocuğudur ve yazdığı kitaplar bütün Avrupa’nın elindedir. Onu böylesine hayattan koparan şey, İkinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleridir.
Bir dünya savaşı geçirmiş olan yazar, Nazilerin yaptığı zulümlerin kalıcı olduğu vehamına kapılarak, umudunu kaybeder. Böyle bir dünyada yaşamaya devam etmenin çok bir anlamı yoktur onun için.
Naziler ilk onun kitaplarını tehlikeli bularak yakmaya başlarlar ve bir gün evine aniden baskın düzenlenir. Sebebi basittir: Evinde silah bulundurmak. Bu baskı ortamına daha fazla dayanamayan yazar, doğduğu, büyüdüğü ülkesi Avusturya’dan İngiltere’ye göç eder. Bu göç etme hali, ölene kadar devam eder ve intihar mektubunda da kendine yer bulur: Yeni bir hayat kuramayacak kadar yaşlıyım.
Yıllar önce Yıldızın Parladığı An’ı okuduğumda yazarının bir gün dünyaya dair ümidini kaybedip, karısıyla intihar ettiğine inanamamıştım. Dünya böyle bir yer diye düşünmüştüm. Hep sıkıntılar olacak ama insanlar bilinçlendikçe, savaşmanın, kapışmanın ya da ülkeler, milletler, mezhepler veya dinler arası çatışmaların yavaş yavaş yok olacağına dair iyimser bir his vardı içimde.
Bugün her sabah gazete başlıklarının sadece üstünden geçerken, ya da arada kaynamış bir aile faciası haberini hasbelkader okurken, içimden dışıma taşan o kaskatı hal, bana Zweig’ın intiharını makul değilse de anlaşılır kılıyor.
İnsan, hem içindeki insaniyeti ve rikkati muhafaza edip, hem de yaşama dair coşkusunu aynı anda buluşturmakta zorlanıyor. Bugün 4 milyonu geçkin Suriyeli mültecinin çoluk çocuk, kar kış, sınır kapılarında hayat dilenmeleri, şiddet, hırsızlık, arsızlık haberleri insanın insanlığından utandıracak, gazetelere, televizyonlara malzeme olan yaşam hikayeleri, hayata dair yürekte taşınan baharın dallarını kırıyor.
Peki nereden ümidi devşireceğiz? Stefan Zweig, çok değil, bir kaç yıl daha sabredebilseydi, Nazilerin nasıl yerle bir olduğunu görecek, belki bunun şerefine yeni bir roman kaleme alacaktı.
Her kış ardında bir bahar saklar. Bu adetullahtandır. Her geceye bir sabah verdiği gibi, her darlığa bir genişliği de vermeden bırakmaz. Önce sıkar, sıkar ve sonra bırakır. Kimi zaman kıymet bildirir, kimi zaman kıymetli olanı gösterir.
İnsan acele eder, bekleyemez, maksud damına çıkamadan basamakları ‘’ya atlar düşer, ya da eksik bırakır’’. Nasıl çamur içinde hayatı saklıyorsa Yaradan, şahit olduğumuz bu olaylar, kimi zaman kalbimizi nefessiz bırakan hadiseler, kim bilir özlerinde nasıl manalar saklamaktadır.
Zahirdeki çirkinliğin ötesindeki güzelliği gölgelememesi için gören göz, farkedecek idrak lazım. Bu da ancak ümidi işletebilirse insan, mümkün.
Zweig ardında bıraktığı intihar mektubunda, okuyucularına ve belki de hadiselerin elinde yaşama isteği ve sabrını yitiren insanlara seslenir.
“Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.”
Belki de bugün yaşama sahip çıkacak kadar sabırlı, ümit etmekten vazgeçmeyecek güçte insanlar, sabahın kızıllığını görebilecek.
1 Comment
Only registered users can comment.
Güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık. Her gün yeni bir zulümle güne uyanıyor, zaman zaman ümidimizi yitiriyoruz. Bu yazınız hala ümidi kesmememiz gerektiğine güzel bir örnek olmuş.