Ayşin Koca
Eski Yazıları
- Dünyadan haberdar olmak istemiyorum!
- Bilmek üstüne
- Gurbetten bir kaç kelam
- Lawê mın, em ê çı pîroz bıkın! (Evladım neyi kutlayacağız!)
- ‘Küçük Şey Yoktur’ İftarları
- Ayşin Koca - Joe Frazier’ı yenmek ya da Muhammed Ali olmak
- Ayşin Koca - Annelik Üstüne
- Ayşin Koca - Bir Laik Vardı Diyenler
- Ayşin Koca - Çocukluk Hikayelerimiz
- Ayşin Koca - Ümit Güzel Şey
- Daha eski yazılarını gör...
Ayşin Koca - Joe Frazier’ı yenmek ya da Muhammed Ali olmak
Şiddet içerikli sporları pek sevemediğimden olsa gerek, Muhammed Ali ismi yıllarca bana karakteri hakkında pek de bilgi sahibi olmadığım, başarılı bir Müslüman boksörden ötesi değildi.
Yolum Hollywood’un yıldızlar kaldırımına düştüğünde tanıştım onunla. Sinema ve medya dünyasına isimlerini altın harflerle yazdırmış bir çok ismin üstünü adımlarımla arşınlarken, sadece onun ismini duvara çakılmış bir yıldız olarak görmüştüm. Nedeni daha ziyade etkilemişti beni.
İsmini aldığı peygambere hürmetinden, ayaklar altına alınmasına gönlü razı gelmemişti. Yok almıyım kalsın da dememişti. Belki çıkıntı olmayı göze alarak, İslam’ın ne yazık ki pek de sevilmediği bu coğrafyada peygamberine gösterilmesi gereken saygıyı, her yıl ziyaret eden milyonlarca turistin dikkatini çekecek şekilde vurguluyordu.
Bu onun İslam’a yaptığı hizmetlerin içinde belki de en küçüğüydü. Vefatının ardından sosyal medyaya düşen videoları tekrar tekrar izledim ve tanımakta geç kaldığım bu güzel insan için kendi kendime hayıflandım.
Muhammed Ali’yi iki cihetle ele almak gerek diye düşünüyorum. İlki, işinin hakkını vermesiydi. Ona dair yazılan biyografilerin hemen hemen hepsi “gelmiş geçmiş en iyi boksör’’ tanımlamasıyla başlıyor. Kariyeri boyunca sadece beş maçta yenilgi yüzü görmüş, üst üste dünya şampiyonluğu kazanmış bir boksör var karşımızda.
Onu asıl önemli kılan, bu başarıyla beraber götürdüğü İslam elçiliği. Henüz 22 yaşında tanıştığı İslam, karakterine öyle bir nüfuz ediyor ki, ringlere çıkmadığı bir dönem boyunca üniversitelerde İslam’ı anlatıyor. Bulduğu her fırsatı, inandığı Allah’ın nasıl bir Allah olduğunu ifade etmek için bir zemin kabul ediyor. Utanmıyor, sıkılmıyor, insanlar hakkımda ne düşünür, kariyerime nasıl bir etkisi olur diye endişelenmiyor. Bunu ilahi bir vazife şuuruyla yapıyor. Ve Allah’ın ona bahşettiği kas kuvvetinin yanında hitabet yeteneğini de sonuna kadar kullanıyor.
Dini bir azınlık olarak yaşamak durumunda kaldığınız coğrafyalarda, insanın üstünde şöyle bir hava hakimdir: Acaba insanlar anlattığım şeyler hakkında ne düşünür? Bu gergin duygu çoğu zaman bir şey anlatmanıza ya da anlatırken rahat olmanıza engel olur. Her durumda geçerli olmasa da, azıcık cesaret sizden bir kaç kelam duysa hayatı değişecek insanların varlığı için pahalı ama gerekli bir şeydir.
Yıllar sonra tanıştığım Muhammed Ali’de gördüğüm şey işte buydu: Tebliğ cesareti. O, kınayanın kınamasından korkmaksızın, doğru bildiğini, doğru kelamla ifadeden kaçınmıyordu. En güzeli de, mesleğindeki başarısını bu hitaba kıvam diye katıyordu. Ego denizlerinde yüzmekten yorgun ünlü isimlerin aksine, hava da atmıyordu. Peygamberane bir üslupla, “Ben Kureyşli kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum’’ der gibi, öylesine sade ve sıradan anlatıyordu kendini.
‘”Allah beni Joe Frazier’ı yendim diye sevmeyecek’’ demeyi ihmal etmiyordu. Allah bizi, insan olmakta ne kadar azmedersek, öfkemizi yenmekte ne kadar güçlü olursak, şefkat ve anlayış göstermekte ne kadar geniş olursak ve az ya da çok elimizdekinden ihtiyaç sahibini ne kadar gözetirsek sevecekti. O bunu çok iyi biliyordu.
Ramazan ayının gölgesine girdiğimiz şu güzel günlerde, bize de bildirsin Rabbim. Ve ne olduğumuza ya da olmadığımıza bakmadan O’nu sevdirmeyi dert edinmeyi nasip etsin..
1 Comment
Only registered users can comment.
M ALi cok guzel isler yapti ama Elijah Muhammad ile olan birlikteligi biraz golgeledi sanirim bu guzellikleri .