Sıtkı Özcan
Eski Yazıları
Lümpen kabadayı
Tam anlamıyla bir sokak kabadayısı.
Her gün başka biriyle kavga etmekten zevk alıyor. İnsanlara hakaret etmek, onları aşağılamak onu mutlu ediyor.
Tek hedefi var: Başkanlık… Bu hedefe yürürken önüne gelen herşeyi ezip geçiyor. Dost-düşman yok onun için. Başkanlık var. Dün ‘dostum’ dedikleri bugün düşmanı, dün türlü hakaretleri üstüne boca ettikleri ise bugün dostu olabiliyor..
Bu kör döğüşünün tek kriteri başarı. Başarı yolunda her şey mübah. Kavga, gürültü, şiddet, hakaret… Seviye gibi bir derdi yok.
Koca ülkenin gündemini tek başına işgal ediyor. Her yerde olmak, her yerde konuşmak, hep konuşulmak istiyor. Hep de konuşuluyor zaten. Ondaki kini, nefreti sevip paylaşanlar ona destek olmak için, karşısında duranlar da ülkeye ne büyük bir zarar verdiğini anlatmak için hep onu konuşuyor. Her söylediği medyada geniş yer buluyor. Bulmaması mümkün değil zaten. Güç, kendinden söz ettirmeyi daima başarır. Sınır tanımayan bir güç, bunu daha iyi başarıyor.
Medyanın bütün ilgisine rağmen gazetecilere karşı özel bir nefreti var sanki. Kendisini eleştiren gazetecileri sevmiyor. Onlarla alay ediyor, aşağılıyor, işlerini yapmalarına engel olmaya çalışıyor. Gazetecilere saldırmak ona göre ‘vatanseverlik’, saldırganlar da ‘vatanını seven insanlar’. Onu destekleyen gazetecilere lüks hayatının kapılarını açmaya ise bayılıyor.
‘Üniversite’ mevzuu onun için netameli bir konu. Hiç gündeme gelsin istemiyor. Cesaret edip o konuyu açabilenleri ise açık açık tehdit ediyor, davalarla korkutuyor, yıldırmaya çabalıyor. Bu alanda büyük bir sahtecilik yaptığı yönünde kuvvetli şüpheler var çünkü.
Ona oy verenleri çok seviyor. İltifatlar, övgüler, methiyeler düzüyor onlara. Oy vermeyenlere ise neredeyse düşman. Sadece siyasi rakipleriyle değil onların destekçileriyle de uğraşıyor, artık sıradanlaşan hakaretlerinin arasına onları da sıkıştırıyor.
Dünyanın kendi etrafında döndüğünü, dünya üzerindeki herkesin onun ayağını kaydırmaya çalıştığını düşünüyor. Ama dünyayı da bilmiyor. Coğrafya bilgisi sınırlı, dış politika bilgisi yoka yakın. Buna rağmen bu dünyanın görüp göreceği en iyi lider olduğunu zannediyor. Bununla açıktan böbürleniyor.
Ülkenin güney sınırında büyük dramlar yaşanırken o bu kargaşadaki en masum insanlara, mecburiyetten kapıya dayananlara saldırmayı seçiyor. Yurdundan yuvasından ayrılıp kapıya dayanmış binlerce insanı, ülkelerinin başkanıyla olan tartışmasına meze yapıyor. Oradaki insanlık dramını, ‘Sen ödeyeceksin-Ben ödeyeceğim’ tartışmasına meze yapıyor.
Parayı seviyor çünkü. Parası ve o parayla yaşadığı görmemişlik kokan hayatı üzerine kurulu büyülü dünyası. Herkesi, her şeyi parasıyla satın alabileceğini düşünüyor. Genellikle alıyor da. Kendisi gibi ailesi de lükse, şatafata düşkün.
Eşi ve kızı hep göz önünde. Oğullarıysa pek değil. Baskın kişiliği, oğullarını sindirmiş. Geriden onu takip etmeye, ayak uydurmaya çalışıyorlarsa da pek başaramıyorlar.
Girdiği mücadelede aldığı halk desteği onun için her şeyin önünde. Tek bir kutsal var sanki bu yarışta: Oy. Her şey onun üzerinden hesaplanıyor. Ahlaki kaygılar, inandığı dinin değerleri çok geri planda kalıyor. O dinin en önemli figürlerinden biriyle kavga etmekten bile çekinmiyor.
Kimileri için ülkenin başına gelen en büyük felaketlerden biri o. Kimileri içinse ülkenin beklenen kurtarıcısı.
‘Başkan’ olmayı başarabilirse ülkeyi ve dahi dünyayı çok enterasan günler bekliyor. Ortadoğu zaten cadı kazanı. Rusya, İran, Çin, Hindistan en ufak bir çıtırtıda uzun menzilli füzelerini ateşlemek için elleri tetikte bekliyor. Kuzey Kore desen, her an şeyi yapabilecek nükleer menzilli bir çılgın.
Bir de o ‘başkan’ olursa, kapıda bekleyen üçüncü dünya savaşının içeri girip başköşeye kurulması işten bile değil.
Peki ‘başkan’ olabilir mi? Kim bilir? Bunu görmek için önümüzdeki kışa kadar beklememiz gerek.
Yalnız bir dakika…
Ben Donald Trump’tan bahsediyorum.
Siz kimi anlamıştınız?
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment