Sıtkı Özcan
Eski Yazıları
Gurbette bayram
Başlığı ‘gurbet’li, ‘bayram’lı olsa da, hayır, bu bir ‘hüzün’ yazısı değil.
Gurbet, gurbet değil zira, sıla da -ne yazık ki- artık sıla değil.
Vatan bildiğimiz topraklar ideolojisi belirsiz zalim bir idare altında, dinin salt sembollere dönüştüğü, İslami yaşayışın alabildiğine gösterişe büründüğü, ahlakın tümden çürüdüğü distopik bir karanlığa doğru hızla ilerlerken, burada, memleketimizden binlerce kilometre uzakta o ‘eski bayramlar’ı doyasıya idrak ediyoruz biz.
Yurt dışında eşi, dostu, evladı olan aile büyüklerimiz için yazıyorum bu yazıyı.
Bizim için hüzünlenmeyi bırakın. Dünyanın dört bir tarafındaki eğitim gönüllüleri, bu bayram gününde size, sevdiklerine hasret belki ama sizin ‘oralarda’ artık hasret kaldığınız pek çok güzelliği de memleketinden çok uzakta doya doya yaşıyorlar emin olun.
Neden mi böyle diyorum?
Önce ‘memleket’e bakalım: Vatanımızda, vatanınızda imanın rükünleri bir bir ayaklar altına alınırken, dinin sembolleri her geçen gün biraz daha bayraklaştırılıyor.
Koca koca camiler inşa ediliyor, görkemli törenlerle binlerce insan eşliğinde açılıyor ama ertesi gün sabah namazında kaç kişi bulunuyor imamın arkasında?
Rahmet ayında, oruç, insanları tutamıyor artık. Sokak ortasında bir genci ‘oruç tutmuyor’ diye komaya sokan insan azmanı, asıl ölümcül yumruğu ‘din’e attığının farkında bile değil.
Zulüm her yerde. Kadın, erkek, çoluk-çocuk tanımıyor. Makineli tüfekle kreşlerin basıldığı hezeyan günlerinden bahsediyorum.
Usul usul bastırıyor karanlık. Ufuktaki karartıyı işaret edenlerse hain ilan ediliyor, yok ediliyor, hayatı mutlak karanlığa itiliyor.
Böyle bir sılada yaşayacağı bayramı da özleyemiyor artık insan. ‘Gurbette bayram’ eskisi kadar hüzünlü değil.
Yıllardır yurt dışında yaşıyorum. Ucundan kıyısından yakalayabildiğimiz bir tanesi hariç son dokuz yıldır tüm bayramları ‘gurbette’ yaşadım. Aile özlemi, vatan hasreti baki… ama ‘keşke bu bayramda memlekette olsaydım’ demedim hiç.
Halkının ‘hiç’ denebilecek kadar küçük bir oranı Müslüman olan uzak bir ülkede, Ramazan ayının tek tük bir iki akşamı hariç evde tek başına iftar yaptığımız günü olmadı. Kimi akşamlar kültür merkezlerinde onlarca aileyle bir araya geldik, kimi günler eş, dost, arkadaşlarımızla sofranın etrafında toplandık. Camilerde, iftar çadırlarında, meclis binalarında, belediye salonlarında iftar davetlerine katıldık. Kimilerimiz sahurlarda birbirine misafir oldu, kimilerimiz gecenin o saatinde Amerikalı dostlarını evinde ağırladı, onlara Ramazan nedir, sahur ne demektir anlattı.
Mukabeleler bu yıl da mealle okundu burada. Bazılarımız bizzat o mealleri kaleme alan çok kıymetli hocalarımızla kültür merkezlerinde Kur’an-ı Kerim mütalaalarında bulundu. Her gün iftar saatinden hemen önce uzun uzun Kur’an okudu, Kur’an tartıştı, Kur’an’ı anlamaya çalıştı insanlar.
Teravih namazları pek çok yerde hatimle kılındı yine. Gece yarısına kadar devam eden bu uzun namazlara çoluk çocuk akın etti herkes, o hazzı ailece yaşadı.
Sonra bayram geldi.
Camiler, camilerin olmadığı yerlerde kültür merkezleri tıka basa doldu bayram namazlarında. Namazın ardından seferler başladı. Ama sizin oralardaki gibi tatil yörelerine değil, birbirimize… Buradaki büyüklerimize, ablalarımıza, ağabeylerimize… Türkiye’den çocuklarını ziyaret için gelen amcalarımıza, teyzelerimize…
Kaç kapı gezdiğimizi ben sayamadım bu bayram. Kaç aileyle bayramlaştık, kaç el öptük, kaç çocuğa el öptürdük hesabını tutmadım. Bayramın ilk gününde eve gece saat 23.30’da girebildiğimizi biliyorum sadece. Bir arkadaşım, gece yarısına yakın bir saate kalan bayramlaşma esnasında kısa bir şekerleme yapınca, ev sahibinin, üzerine battaniye sererken çektiği videoyu paylaştı.
Bayram programları düzenlendi sonra. Geniş bir mekanda, büyük bir kalabalıkla bir araya geldik, bayramlaştık. Çocuklar, kendileri için hazırlanan oyun parkında bayramın tadını doyasıya çıkardı. Pamuk helvalar, şekerler, patlamış mısırlar… Sohbetler, muhabbetler, ağlaşmalar, gülüşmeler…
Türkiye’deki eş, dost, akrabalarımızı bu yoğun koşuşturmaca arasında arayıp bayramlaşmaya çalıştık. Pek çoğuna dinlendikleri tatil mekanlarında ulaşabildik. Yeni Türkiye bayramlarının gözde ortamlarında yani. Oralarda idrak ettikleri ‘bayram’ları kutladık.
Demem o ki, ey sevdiklerimiz, siz ‘memleket’te Ramazan’ı, bayramı, tadını çıkara çıkara, yukarıda anlattığımdan daha dolu, daha coşkulu bir şekilde idrak ettiyseniz bizim ‘gurbette’ geçirdiğimiz bayramlar için gerçekten üzülün. Değilse, bizi dert etmeyin, bizim için üzülmeyin. Biz buralarda iyiyiz.
Hani hep sorulur ya; “Nerede o eski bayramlar?”.
Eski bayramlar burada, her gün biraz daha karanlığa gömülen ülkemizden çok uzaklarda…
Siz, gelin ülkemizin her doğan günle biraz daha uzaklaştığı o ‘gerçek’ bayramlar için üzülün.
No Comments
Only registered users can comment.
Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.
Write a comment