Selam 2: Kurtçuk ile kurdun hikâyesi

Selam 2 – Bahara Yolculuk filmini seyretmek için sinema salonlarına açılan merdivenden yukarı doğru çıkarken, bizden önceki seansı izlemiş olan seyirciler içlerini çekerek aynı merdivenden aşağı doğru inmekteydiler. O an, ellerindeki mendillerle gözlerini silen ve yüzleri yaşamış oldukları duygusal yoğunlukla kıpkırmızı kesilmiş olan bunca insanı bir arada görmek beni hiç şaşırtmadı. Zira filmi iki gün önce arkadaşlarıyla beraber seyretmesi için sinemaya bıraktığım kızım da aynen bu şekilde dışarı çıkmıştı. Fakat aynı merdivenden benimle beraber yukarı doğru çıkmakta olan ve başka bir filmi seyretmek için orada bulunan insanlar bu tablo karşısında adeta donup kaldılar. O esnada önümdeki kişi, hepsinin duygularına tercümanlık edercesine kendi kendine “Bütün bu insanlar, hangi filmi seyretmişler de, bu kadar çok hislenmişler?” diye mırıldanmaktaydı.

Selam 2’nin aynı selefi Selam 1 gibi gönüllere taht kuracağından şüphemiz yok. Çünkü artık bir seri haline gelen bu filmlerin konusu kurguya değil bizzat gerçeklere dayanıyor. Filmin perde de temsil ettiği her bir kişilik ve bu kişiliklerin sarf ettiği her bir replik bizzat gerçek hayatın içerisinden süzülüp seyirciyi selamlıyor. Film, her ne kadar Anadolu insanının 20. asırda bütün dünyaya ihraç ettiği iki önemli hususu, eğitim ve diyalog faaliyetlerini kendisine tema olarak seçmiş olsa da seyir süresince pek çok hakikatle seyircileri buluşturmayı başarıyor.

Mesela filmin seyir süresi içerisinde izleyiciler, Türk okullarının Asya’da nasıl ve hangi şartlarda neşet ettiğinden tutunda, bu okullar açılırken yerel halkın kurumları nasıl sahiplendiğine kadar pek çok hadiseye vakıf olabiliyor. Öte yandan bu okullarda öğretmenlik yapan insanların hangi şekilde ülkelerinden ayrıldıklarını ve hicret beldelerine ulaştıklarında ne gibi engellerle karşılaştıklarını öğrenme fırsatı da bulabiliyorlar. Ama kanaatimce film izleyicisinin en büyük kazanımı, aczini bilen ve samimi bir şekilde inanan insanlar üzerinde inayet-i ilahinin nasıl tecelli ettiğini görebilmiş olmaları. Filmin son kısmında, İsmail Hoca’nın arkadaşı Mehmet’e anlattığı ve elmanın içindeki kurtçuk misali ile örneklendirdiği hakikatler, bir nevi yapılan bütün bu hizmetlerin asıl sahibini işaret ediyor. Dağdan dağa gezip, gücünü geçirebildiğine eziyet etmeye çalışan kurt misali ise tarih boyunca bu güzellikler karşısında düşmanca tavır sergileyen bütün insanları çok güzel resmediyor.

İsterseniz yazının son kısmında, sinema salonunun merdivenlerinden yukarıya doğru çıkmakta olan şahsın sorduğu soruya cevap verelim. Bu kişi, onca ağlamaklı insanı bir arada görünce ”Bütün bu insanlar hangi filmi seyretmişler de, bu kadar çok hislenmişler?” diye kendi kendisine mırıldanmıştı. Aslında cevap çok basitti: Bütün bu insanlar, tek maksadı sahip oldukları insani değerlerle öğrencilerini buluşturmak olan öğretmenlerin ibret dolu hikâyesini seyrettikleri için bu kadar çok hislenmişlerdi. O öğretmenler, yetiştirdikleri ortak değerleri olan, barışa hizmet edecek ve Yaratana saygılı insanlarla dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek istiyorlardı. Bu büyük hedefe ulaşabilme adına kendi şahsi meselelerini gerektiğinde ikinci hatta üçüncü planda tutabiliyorlardı.

İster istemez, bu güzel insanların destanına şahitlik eden insaflı gözler de onları kendince alkışlamadan edemiyordu.

 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.