Ortadoğu barışı uzaklaşırken

John Kerry ve patronu Başkan Barack Obama, İsrail ve Filistin taraflarıyla barışın inşasını değil savaşın kızışmamasını konuşuyor. Anlayacağınız, ortada ‘pax-Americana’dan eser yok. ABD barışa ara gazı vermek şöyle dursun, savaşın frenine basmakta dahi zorlanıyor.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry 11 ay önce Ortadoğu Barış Süreci’ni canlandırma hedefiyle ortaya atıldığında çokları netice almasının zor, hatta imkânsız olduğunu söylemişti. Gayretlerinin diplomatik spordan öteye geçemeyeceğini, enerjisinin büyük kısmını Suriye gibi daha akut sorunlara harcamasının yerinde olacağını savunanlar arasında ben de vardım. Nitekim büyük ümitlerle göreve getirilen Beyaz Saray Ortadoğu Özel Temsilcisi Martin Indyk, 28 Haziran’da havlu attığını açıkladı. Ortadoğu cephesinde şimdilerde Hamas, İsrail’e bildik füze saldırılarını yapıyor ve İsrail her zamanki gibi Gazze’de masum sivil kanı döküyor. Kerry ve patronu Başkan Barack Obama ise İsrail ve Filistin taraflarıyla barışın inşasını değil savaşın kızışmamasını konuşuyor.

Üç İsrailli bir Filistinli gencin öldürülmesinin ardından patlak veren gerginliğin faturası yükseldikçe yükselirken, İsrail güçlerinin Hamas füzelerine orantısız mukabeleleri sonucu hayatını kaybedenlerin sayısı 150’yi geçti. BM Güvenlik Konseyi ateşkes çağrısında bulundu. Anlayacağınız, ortada ‘pax-Americana’dan eser yok. ABD barışa ara gazı vermek şöyle dursun, savaşın frenine basmakta dahi zorlanıyor.

Amerikan diplomasisi geçen haftanın büyük kısmını başta İsrail olmak üzere tarafları sakinleştirmeye çalışmakla geçirdi. Obama bir, Kerry dört kez İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yla konuştu. Amaç, İsrail’de Gazze’ye kara harekâtı doğrultusunda artan eğilimi bastırmaktı. Henüz olumlu bir netice alınabildiği söylenemez. İşin ilginç yanı, sert görünüşlü Netanyahu’nun aslında İsrail’de Washington’un pozisyonuna en yakın liderlerden biri olması. Netanyahu’ya ılımlı dedirten bir siyasî ve toplumsal ortamda aşırılığın neye benzediğini varın siz tahayyül edin. Kamuoyu araştırmaları, gerek İsrail gerek Filistin tarafında iki devletli çözüme desteğin azaldığını ortaya koyuyor. Böylelikle Amerikan Ortadoğu siyasetinin bir başka önemli hedefi daha giderek buharlaşıyor. Şu sıralar çok konuşulan ama Amerika’nın arzu etmediği senaryolardan biri de Filistin tarafının saldırılarından dolayı İsrail’i Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) götürme ihtimali. ‘Mahkemeden korkanlar suç işlemekten uzak durmalı’ diyen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın kastettiği muhtemelen buydu. Washington Post’a yazan London School of Economics araştırmacısı Mark Kersten’e göre, son dönemlerde ICC’yle angajmanı artan ABD kurumda kullanışlılık potansiyeli görüyor. Mahkemenin Filistin’e herhangi bir müdahalesi, ABD’nin tüm emeklerini zayi edebilir.

BEYAZ SARAY’DA İSRAİL HOŞNUTSUZLUĞU

Beyaz Saray ahalisinin İsrail’le ilgili cafcaflı dost ve müttefik edebiyatı sizleri yanıltmasın. Obama yönetimi döneminde İsrail’e rekor seviyede güvenlik yardımı yapılmış olması da tek başına ölçü değil. İsrail’i desteklemek bir Amerikan devlet geleneği ama bu her yaptığına hayran oldukları anlamına gelmiyor. Devletin birçok biriminde İsrail’in Filistin’de insan haklarını ihlal eden tartışmalı ve haşin politikalarından yaka silkenler artıyor. Özellikle ABD’nin ortak akıl sonucu karar verip uygulamaya geçtiği İran’la angajman stratejisine İsrail’in her vesileyle takoz koymasından rahatsızlık ileri safhada. ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesinin ya da eskisi kadar ilgi duymamasının altında yatan sebepler arasında sadece Arap âlemiyle değil İsraillilerle uğraşmanın zorluğu da yatıyor. Hasılı İsrail lobisinden fikrî ve maddî olarak beslenen Amerikan Kongresi hariç, Washington cephesinde işler İsrail için pek de iyi gitmiyor.  

ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisizliği İsrail’de sahipsizlik duygusu uyandırıyor olabilir ama bazı yan ürünlerinden faydalanmıyor da değiller. Mesela Suriye’deki Amerikan eylemsizliği belki de en çok İsrail’in işine yaradı. Bush’un Irak işgali, bölgedeki en güçlü İsrail karşıtı rejimlerden birini yıkmıştı. Suriye’ye müdahalesizlik ise bir diğerini felç etti. Fiilen parçalanmış, kanayan bir Suriye İsrail’e bir daha eskisi kadar sorun çıkaramayacaktır. Amerika’nın dizginlerini gevşetmesinin de etkisiyle Sünnilerle Şiilerin birbirlerini yemesi de İsrail’in işine geliyor. Zira birbirleriyle uğraşmasalardı, İsrail’in başını çok daha fazla ağrıtacaklardı.

TÜRKİYE TRİBÜNLERDE  

Bu hengamede Türkiye’ye düşen ise maalesef büyük ölçüde tribünlerden seyretmek. İsrail’i ne ikna edebilecek kadar dost, ne de caydıracak derecede güçlüyüz. Ankara’nın Filistin cephesinde Hamas’la bağları nispeten iyi ama o da yetmiyor. Washington’da sorunun çözümüne katkıda bulunabilecek bölgesel güçler sıralandığında Türkiye’den ziyade Mısır’ın adı öne çıkıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise Filistin sorunundan iç siyasi rant elde etmeye çalışan bir lider olarak görülüyor. Ankara’nın Gazze’deki katliamlara tepkiden dolayı İsrail’le ilişkileri normalleştirme sürecini şimdilik rafa kaldırması şüphesiz sürpriz değil. Doğrusu Erdoğan -hele cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde- böyle popülist bir hamle yapmasa şaşardım. Ancak bu, Türkiye’yle İsrail’i bir şekilde barıştırmaya gayret eden Beyaz Saray’ın işini daha da zorlaştıracak ve Ankara’yı sorun çözen değil çıkaran başkentler kulübüne biraz daha yaklaştıracaktır.     

Suriye, Irak, şimdi de Gazze. O küçük coğrafyaya bu kadar savaşı birden nasıl sığdırıyorlar! Ortadoğu’da yeni bir savaş, ne kadar kaçmaya çalışsa da ABD için yeni bir baş ağrısı, bölge için yeni bir stres unsuru demek. İnsanî boyutu ise içler acısı. Kalıcı barış için çözüm, herhangi bir dış gücün müdahalesine ihtiyaç bırakmayacak şekilde, birbiriyle konuşup anlaşmaktan geçiyor. Ama sanırım Ortadoğu için o noktadan epey uzağız…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.