Ah şu beyzbol sopası!

ABD Başkanı Obama’nın Oval Ofis’ten Başbakan Erdoğan’la telefonla konuşurken elinde tuttuğu beyzbol sopasını hatırladınız mı? Şimdilerde Obama’nın başı o sopayla dertte.

Yok yok, fotoğraftaki sopayı kastetmiyorum. Obama’nın başını ağrıtan, dış politikasına eleştirilere karşılık verirken yaptığı bir beyzbol benzetmesi. Ta Asya-Pasifik gezisindeyken söyledikleri, Amerikan kamuoyunda iki haftadır süren bir tartışmanın fitilini ateşledi. Ve sadece sağdan değil, soldaki bazı destekçilerinden dahi eleştiriler alıyor.

Obama, 28 Nisan’da Filipinler Başkanı Benigno Aquino III ile Manila’da ortak basın toplantısı yaptı. Bir muhabir, dış politika doktrinini ‘zayıflık’ olarak tasvir edenlere cevabını sordu. Uzun uzun kendini savunan Obama, savaştan ve başka ‘hatalardan kaçınma’nın önemini vurguladı. Amerikan çıkarlarını ve dünyadaki ortaklıklarını ‘istikrarlı’ şekilde ilerlettiğini öne sürerken, beyzboldan şu örneği kullandı: “Tek (kaleyi ele geçiren) vuruş yaparsın, çift (kaleyi ele geçiren) vuruş yaparsın, belki nadiren sayı turu (home run) vuruşu da yapabilirsin.”

Amerikan filmlerinde belki görmüşsünüzdür: Sayı turu, beyzbol sopasıyla topa oyun alanının dışına çıkacak derecede sert vurulması sonucu gerçekleşir. Rakipler topu getiremediğinden, tüm kaleleri vuruşu yapan takım tarafından geçilir. Ve en yüksek puan alınır. Uluslararası rakipleriyle mücadelede topa her zaman ‘sayı turu’ kazanacak derecede güçlü ve iyi vuruş yapamayacağını, çoğu kez küçük puanlarla yetinmek zorunda kalacağını ima eden Obama, Amerikan gururunu incitti. Birçokları Obama’yı ABD’nin gücünü kullanmaktan aciz, caydırıcılığını zedeleyen, pasif bir lider olmakla eleştirdi.

OBAMA’YA ELEŞTİRİ YAĞMURU

İlginç olan, Obama’ya bu benzetmesinden dolayı eleştirilerin New York Times’ın en liberal yazarlarından Maureen Dowd’dan tutun neoconların pirlerinden Washington Post yazarı Charles Krauthammer’e uzanan geniş bir yelpazeden gelmesiydi. Hele Rusya’nın ABD’nin gözüne parmağını soka soka Kırım’ı topraklarına kattığı bir dönemde böyle konuşması, Obama’yı ulusal güvenlik alanında zayıf bulanların elini güçlendirdi. Bunu fırsat bilen Cumhuriyetçi muhalefet, Demokratların başkanlığa en yakın isimlerinden, Obama’nın eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u yıpratma hamlelerine de hız verdi. Bingazi’de Amerikalı diplomatların teröristlerce öldürülmesinde ihmali olduğu ve kamuoyuna yanlış yansıttığı gerekçesiyle Kongre’de soruşturma komisyonu kuruldu.

Obama aslında Amerikan halkının çoğunluğunun istediği gibi davranıyor. Ekonomiye ve içişlerine odaklanıp, gerginlik ve savaştan uzak duruyor. Ancak bir türlü yaranamıyor. Zira aynı halkın yüzde 55’i başkanda düşmanlara karşı durma ve Amerikan prensipleri için mücadele azmi olmasını da istiyor. (Wall Street Journal/NBC News araştırması) Yani Amerikan halkı, karmaşık duygular içinde. Aynı anda hem gaza, hem frene basıyor. Bir yandan için için liderinin beyzbol sopasını gerekirse rakibinin kafasına indirmesi arzusunda. İş ciddiye bindiğinde ise, ABD’nin elini taşın altına fazla koymasını istemiyor. Çünkü 11 Eylül, Irak ve Afganistan gibi feci tecrübeler, Amerikan halkını dış dünyayla haşır neşir olmaktan fena halde soğutmuş durumda.  

NELER YAPABİLİRDİ?

Tevekkeli değil Obama, Suriye ve Ukrayna krizlerinde askerî değil de diplomatik çözüm ve ambargo siyaseti güttüğünü anlatırken, her fırsatta Irak ve Afganistan vakalarını hatırlatıyor. ‘Oralarda askerî güç kullandık ama faydadan çok zarar gördük’ tezini işliyor. Ancak tenkitçileri, savaşın askerî güç kullanımının en ileri safhası olduğunu, iş o noktalara getirilmeden de birçok şey yapılabileceğini söylüyor. Mesela Suriye’de kriz büyümeden ılımlı rejim muhaliflerine askerî ve lojistik yardım yapılsaydı, durum böyle olmazdı diyorlar. Ukrayna’da da iş işten geçmeden benzer katkıların yapılabileceğini savunuyorlar.

Tayvan ve Japonya’yı Çin’den koruyacak bazı silah ve teçhizatın gönderilmemesinden yakınan Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesi Başkanı Cumhuriyetçi Howard McKeon, Washington Post’taki yazısında “Buradaki eleştiri Başkan’ın Asya’da savaş başlatmamış olması değil, savaşın vuku bulmasına yol açabilecek noktaya varacak derecede vaziyetin bozulmasına müsaade etmesidir.” diyor. Kısacası muhalefet (ve hatta kendi ideolojik dünyasına yakın başka bazı gruplar) Obama’nın önemli krizlere müdahalede gecikmesinin ya da eylemsizliğinin ileride dünyanın ve Amerika’nın başına daha büyük belalar açabileceğini düşünüyor.

‘KAPTAN SİZ MİSİNİZ, BEN Mİ?’

Obama, Manila’daki basın toplantısında bu tür eleştirilere karşı kendini şöyle savundu: “Alet çantamızdaki tüm aletleri kullanarak eğer sahada değişikliğe vesile olabiliyorsak, yapmalıyız. Eğer hedefe odaklı ve açık eylemlerle sonuç alınabilecek durumlar varsa, o eylemleri yapmalıyız. Bunları, Washington ya da New York’ta bir ofiste oturan birisi bunun güçlü görüneceğini düşündüğünden yapmayız.” Yani Obama arasının giderek açıldığı Amerikan dış politika camiasına özetle sırf Amerika güçlü görünsün diye dibi görünmeyen sulara girmeyeceği mesajını veriyor. ‘Kaptan siz değilsiniz, benim’ demeye getiriyor.

28 Mayıs’ta West Point Askerî Akademisi’ndeki mezuniyet töreninde Obama’nın dış politika doktrinini etraflıca tasvir edeceği bir konuşma yapması bekleniyor. ABD Başkanı’nın orada şimdiye kadarki aşırı ihtiyatlı çizgisinden sapma sinyalleri vereceğini pek sanmam. Aksine, prensiplerini iç ve dış kamuoyuna hararetle savunacak ve bunlara daha da sıkı sarılacaktır. Obama’nın dış politikası gerçekten de merakı ve sabrı çok olmayan seyircilere uzun ve sıkıcı gelebilen, ancak stratejik derinliğine vakıf olanlara zevk verebilen, nadiren güzel heyecanlar da yaşatan beyzbol oyununa benziyor.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.