Mehmet Görmez’e açık mektup

Sayın Başkan!

7 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nda şerefle çalışmış birisi olarak bu yazıda dile getirdiğim düşünceleri seslendirme hakkım olduğu kanaatindeyim. Gerçi 17/25 Aralık’tan bugüne değişik vesilelerle kaleme aldığım yazılarda ve sosyal medyadaki paylaşımlarımda çok şeyler söyledim. Ama 1 milyon liralık Mercedes, lojmanınızın jakuzili lüks donatımının ön plana çıkartıldığı yoğun tartışma ortamında en azından tarihe not düşmek amacıyla bu açık mektubu yazma ihtiyacı hissettim.

Sayın Başkan

Diyanet’in kurumsal kimliği ve Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana eda etmiş olduğu fonksiyondan bağımsız olarak… Cümlemi tamamlamadım çünkü bu yarım cümlede dile getirilen meselenin çok kapsamlı ve çok derin bir şekilde incelemelere, araştırmalara, master ve doktora tezlerine konu olması gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla aşağıdaki düşüncelerim mevcut Diyanet yapısını olduğu gibi kabul -kabul tasdik anlamına gelmez- ederek diyorum ki; Diyanet tarihinin hiçbir döneminde bu dönemde olduğu kadar yıpranmadı ve itibar kaybına uğramadı. Tahmin edeceğiniz gibi yıpranma ve itibar kaybı Türkiye siyasetinde cereyan eden hadiselere bağlı olarak almış olduğunuz hem şahsi hem de kurumsal pozisyonunuzla alakalı. Almış olduğunuz dedim ama almadığınız, almak istemediğiniz, almaya cesaret edemediğiniz pozisyon demem belki daha doğru olurdu.

Birkaç misalle hem hafızanızı tazelemeye yardım edeyim hem de ne demek istediğimi daha da belirginleştirmiş olayım. Ahizenin bir ucundaki zat, sihirli ‘montaj’ kelimesinin arkasına saklanıp ret ve inkar etse de diğerinin kabullendiği Kutsal Kitabımıza “Bakara-makara” denilerek yapılan hakaret karşısında hâlâ iki kelime açıklama yapmadınız.

TV ekranlarında fani bir beşer için söylenen “Allah’ın ezeli ve ebedi vasıflarını üzerinde taşıyan lider” türü her tarafından şirk kokan beyanlar karşısında suskun kaldınız.

Bir kudsi hadise gönderme yapılarak ‘Rahmetimiz gazabımızı geçmiştir.’ sözlerini duymadınız.

‘Yolsuzluk hırsızlık değildir.’ fetvalarına mukabelede bulunmadınız.

17 Aralık’tan bu yana başkanlığınızın imzasını taşıyan 150 hutbede ‘Devlet Sevgisi’ temasını ‘Allah sevgisi’ temasından daha fazla işlediniz.

Kur’an’ın seçim meydanlarında siyasete alet edilmesine karşı görmez bir tavır takındınız. Daha devam edebilirim ama tatvil-i kelamda bulunmak istemiyorum. Hatırlamak ve hatırlatmak kafi. Halbuki tabandaki beklentiler çok daha farklıydı.

Sayın Başkan

Gözlemlerime dayanarak üzülerek ifade ediyorum ki Mercedes ve Jakuzi meselesi yukarıda hatırlattığım şeylerin hepsinin üzerine tüy dikti. “Yanlış olduğundan değil ama…” diyerek “ibret-i alem” mi yoksa “ibret-i âlem” mi olduğunu tam anlayamadığım bir açıklama ile Mercedes’i iade etmeniz, Mercedes haberini yapan gazeteye açtığınız manevi tazminat davasındaki ‘yasal faizi ile birlikte tahsil’ sözleriniz yıpranma ve itibar kaybında zirveye ulaşmanıza vesile oldu.

Şahsınız adına böylesi bir yıpranmayı göze almış olabilirsiniz ama Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun yıpratılmasına hakkınız yoktu Sayın Başkan. Hâlâ da yok ve yarın da olmayacak. Şahsınızın yıpranması ile son bulma ihtimali bulunan tavırları takınmanız son tahlilde sizin yapmış olduğunuz iradi ve şuurlu tercihtir. Bu tercihin halkta bir karşılığının olacağını görmemiş olabileceğinizi aklımın ucundan bile geçirmem. Onun için bu şuurlu tercihin müspet veya menfi karşılığını elbette görürsünüz ve nitekim görüyorsunuz da. Fakat hasbelkader başkanlık yaptığınız kurumda çalışan 120 bin insanın itibarını siz temsil ediyorsunuz ve işte onların itibarıyla oynamaya hakkınız yok.

Sayın Başkan

Lütfen dönün ve görevlilerinize sorun; onlardan birçokları cami önünde, sokak içinde, mahalle arasında vatandaşın ‘Hırsızlık haram değil mi? Öyleyse neden iki kelime etmiyorsunuz?’ gibi basit bir soruya bile cevap vermekten kaçınır hale geldiler. Hatta denilenler doğruysa imani bir insiyakla, vicdani bir muhasebeyle yolsuzluğun hükmüne dair açıklamalar yapan ya da daha genel manada dinin siyasetle olan ilgisine yönelik konuşmalarda bulunanlara karşı soruşturma, disiplin cezası, tayin, meslekten ihraç gibi uygulamalara imzalar atılıyormuş. Eğer doğruysa dedim. Evet, eğer bunlar doğruysa vah ki vah! Anadolu’da bu türlü durumlar için ‘Ölmüşüz de ağlayanımız yok!’ denir.

Olmadı Sayın Başkan, olmadı! Başarı ile götürdüğünüz akademik kariyerinizi Diyanet işlerinde pratikle süsleyebilecek iken çok farklı bir tercihte bulundunuz. Daha önce yazdım; bir kez daha yazayım; alimlerin sultanı olma yerine sultanların alimi olmayı tercih ettiniz ama son Mercedes tartışmalarında ‘Ya Mehmet Hocam, sen niye sattırıyorsun, o Mercedes’in fiyatı ne ya!’ çıkışlarına bakınca çok işe yaramış gözükmüyor. Halbuki dinimizin ortaya koymuş olduğu temel değerlere dayanarak Efendimiz’in (sas) pratik hayatını örnek alarak, tarihi gelenekteki doğru örnekleri taklit ederek Yavuz’un yanında Zenbilli Ali Efendi, Kanuni’nin yanında Ebussuud Efendi olabilirdiniz. Bu tarihi fırsatı ne yazık ki kaçırdınız. Siz belki şöyle düşündünüz; ortada bir Yavuz, bir Kanuni yok ki ben de Zenbilli veya Ebussuud olayım. Belki haklısınız. Ama olsun. Siyasetçiler Yavuz, Kanuni olmasa da siz Emevi zulmünü onaylamamak için Adalet Bakanlığı teklifini reddeden ve bu ret sebebiyle ömrünü hapishanelerde tamamlayan İ. Azam’ların izinde gidebilir, milletin gönlüne taht kurar ve tarihe de böyle kaydedilirdiniz.

Yanlış anlamayın; yazdıklarımda şahsınıza bir hakaret yok Sayın Başkan. Sadece bulunduğum yerden, baktığım perspektiften gördüğüm bir manzarayı size resmetmek ve özellikle kurumun ve görevlilerinizin itibarlarını koruma noktasındaki sorumluluğunuza dikkat çekmek istedim. Kitaplarını bastığınız Bediüzzaman gibi ‘Sırtımdaki akrebi gösterene rahmet’ demenizi beklerim.

Saygılarımla…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.