Kur’an Müslümanlığı

Daha önceki yazımda açıkça belirttim; Peygamber’siz İslam anlayışının bir başka dille ifadesidir bu. Biri olumlu, diğeri olumsuz gibi gözüken ama son tahlilde ikisinin de ulaştığı sonuç aynı olan bir kavram. Bir vahidin iki yüzü. Neresinden tutarsan tut aynı şey ve netice İslam adına da, Müslümanlık adına da tehlikeli.

Müspet anlamda çok tepki aldı Peygamber’siz İslam yazım. Ben o yazıda halkımız arasındaki duyarlılığın yitirildiği, 28 Şubat dönemindeki direncin olmadığı konusunda bir yaklaşım sergilemiştim. Bu açıdan tepkilere sevindim. Sevindim demek yerine yanılmışım demeyi ne kadar çok isterdim. Evet, Kur’an Müslümanlığı denerek Peygamber’siz İslam projesine yönelik tepkilere sevinmemek elde değil ama yeterli değil. Bu konuda yazılmış bir yazıya tahsinleri, tebrikleri, takdirleri göndermenin çok daha ötesinde şeyler yapmak lazım.

Bakın birisi ne diyor? “Oruç kefaretinin cezası Kur’an’da var mı?” Gerçekten iyi niyetle soru olarak da sorulmuş olabilir, tam aksi istikamette de. Eğer ikincisi ise, yani soru sahibinin ifadesiyle “oruç kefaretinin cezasının” Kur’an’da yer almamasını hafife almak, muhatabını köşeye sıkıştırmak gibi bir niyetle söylüyorsa, ona vereceğim cevap oldukça sert olacak: “Kur’an’da neyin yer alıp almayacağına sen mi karar vereceksin? Kimsin sen? Kendini ne sanıyorsun?” Bana bu sert cevabı verdiren, soruda yer alan ve deve misalinde olduğu gibi neresini düzelteceğimi bilemediğim yanlış ifadeler ve bunun yanı sıra meramını ifade ederken kullandığı üsluptur. Üslup ve kelimeler insanı ele veriyor.

Ama iyi niyetli ise soruda bazı düzeltmeler yapmam lazım. İlki ceza ile kefaret İslam hukukunda ayrı kavramlardır. Pozitif hukukta –seküler de diyebiliriz sanırım- kefaretin karşılığı yoktur. Orada suç ve ceza vardır. İslam hukukunda ise cezanın karşılığı ukubattır. Bunun ötesinde bazı meselelerde kefaret de vardır. Kefaret gerekli olan ameller ve kefaretin ne olduğuna baktığınız zaman gördüğümüz; işlenen suça göre ferdi ve içtimai çok büyük faydaları havi ameller ile insanın Allah ile olan ilişkilerini yeniden düzenlemesine yardımcı olan şeylerdir. Bu açıdan kefaret sadece ceza değil ibadet yani ağır basan bir tatbikattır.

Suç-ceza dengesi zaviyesinden bu yaklaşımı destekleyecek ikinci argüman, emri ihlal ile kefaret arasındaki dengesizliktir. Yeminini bozmuş bir insan kefaret olarak 10 fakiri doyuracak veya giydirecek, eğer bu ikisine güç yetiremiyorsa üç gün oruç tutacak. Rasyonel akılla bakın lütfen, burada bir dengeden söz etmem mümkün müdür?

Bu açıklamalardan sonra soruyu düzeltelim; soru şöyle olmalıydı: “Oruç kefaretinin cezası değil, orucu kasten bozmanın müeyyidesi ya da yaptırımı nedir?” Bir cümleyle cevap verip asıl konuma döneyim; evet, Kur’an’da bu konuda bir hüküm yok. Hadislerde ise oruçlu iken yapılan ailevi münasebet nedeniyle sırasıyla köle azat etme, 60 gün oruç tutma ve 60 fakir doyurma zikrediliyor. Fukaha orucun imsaktan iftara yeme-içme ve ailevi münasebetten men olduğunu nazara alarak, Efendimiz’in (sas) ailevi münasebet için verdiği hükmü, yeme ve içme için de geçerlidir demişlerdir.

Kur’an Müslümanlığına dönecek olursam; Allah Resulü (sas) aynı manayı muhtevi, birbirini destekleyen iki hadiste şunları buyuruyor. “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun, çünkü koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği günler yakındır…”

İkinci hadis ise Efendimiz (sas) ihbarın yanında tembihat yani daha ağır basan bir dille konuşuyor: “Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında koltuğuna yaslanmış bir halde: ‘Ben bilmiyorum; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (yani hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım.”

15 asırlık İslam tarihi boyunca her ikisi de sahih hadis kitaplarında yer alan bu hadislere muvafık dönemler yaşanmış. Tarih bunun şahidi. Ama anladığım kadarıyla şimdilerde bunu daha yoğun yaşıyoruz ve eğer bu konu üzerinde hassasiyetle durulmazsa yoğunluk daha da artacak gibi gözüküyor.

Yazıya son noktayı koyarken rahmetli ninemi hatırladım. Eğer sağ olsaydı ve bu yazıyı okusaydı: “Zaman ahir zaman! Aman Ya Rabbi, ne günlere kaldık!” derdi. Aynen katılıyorum nineme; Aman Ya Rabbi! Ne günlere kaldık!

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.