Kadınlar erkeklere emanet mi?

Sosyo-ekonomik gelişimini tamamlamış, eğitim seviyesi yüksek ülkelerle aynı seviyede bulunmayan ülkeler arasında dikkate değer ve göze çarpan bir farkın bulunmadığı hususlardan birisi düşünce kalıplarıdır.

Neuroscience yani beyin ile ilgili araştırmalar bilimi uzmanların tespitlerine göre insanlar genelde fact/gerçeklerle değil frame/çerçevelerle düşünürler. Ülkelerin kültürlerinde kabul görmüş çerçeveler vardır. Kökeni dini, kültürel, ekonomik temele dayanan bu çerçeveler insanların davranış ve kararlarında belirleyici, en kötü ihtimalle etkileyici rol oynarlar.

Bu zaviyeden bakınca bizim dünyamızda hem “kadın” hem de “emanet” bir çerçevedir. Söz konusu kavramların çerçeve haline gelmesi, karar ve davranışlarımızı yönlendirmesinde hiç şüphesiz din ve dini değerlerimizin rolü büyüktür. Kur’an ayetleri, kadın ile alakalı hadisler, bunların yorumlanarak 14 asırdan beri geleneğimize yansımış uygulamaları sözünü ettiğimiz rolün müşahhas göstergeleridir. “Kadınların erkeklere nispetle zayıf varlık diye nitelendirilmesi, korunmaya muhtaç bulunması” veya tam tersi özellikle annelik vasfıyla beraber “hürmete layık olup baş tacı edilmesi, müstakil bir şahsiyet ve kişiliğe sahip olarak görülmesi” bahsini ettiğim göstergeler arasındadır. Emanet kavramı ve çerçevesi için de aynı şeyleri söyleyebilir, birbirine zıt veya birbirini destekleyen örnekler getirebiliriz.

Bizim dini metinlerimizde bu iki çerçeveyi yan yana getiren bir hadis vardır; “Kadınlar size Allah’ın bir emanetidir.” Bu hadis Efendimiz’in (sas) veda hutbesinden bir cümledir ve sahihtir. Malum, Özgecan Aslan’ın hunharca ve vahşice öldürüldüğü hadiseden sonra yapılan tartışmalar esnasında üst düzey bir siyasi bu hadisi dile getirdi ve maalesef yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Zira bu beyan “kadın” ve “emanet” çerçevesi ile alakalı toplumun şuuraltını, ön kabullerini ve önyargılarını harekete geçirdi. Fakat benim yaklaşımıma göre şuurluca bir tercihti bu ve mesele ne hadisin anlatılması ne de hadisle dile getirilen gerçeğin duyurulmasıydı. Aksine asıl amaç alışageldiğimiz üzere toplumdaki kutuplaştırmayı artırıcı bir malzeme olarak hadisin kullanılmasıydı. Nitekim “feminizm” kelimesinin adeta bir sos gibi kullanıldığı konuşmaya bakın, o cümleleri yeniden okuyun veya dinleyin bana hak vereceksiniz. Kaldı ki konuşma sonrası yapılan tartışmalar, röportajlar, yazılan yazılarda da bunu görebilirsiniz.

Hadisin şerhi, Efendimiz’in (sas) bu beyanının vârid olduğu sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dini arka plan şartlarında ilk muhataplarına ne ifade ettiği, aradan geçen 14 asırda değişen şartlarla birlikte hadisin bugün bizim için ne anlam taşıdığı gibi hususlar başka bir yazının hatta yazı silsilesinin konusu. Konumuz bu hadisin dile getirilişi ve getiriliş şekliyle yapılmak istenen şey.

Hiç şüphem yok, hadisin kullanılması 17 Aralık’tan bu yana gördüğümüz ciddi PR yani halkla ilişkiler çalışmasının bir ürünü. Gerçek ve hakikat arayışı değil; ister suç, ister suçlu isterse suçu ve suçluyu oluşturan şartlara çare üretmek hiç değil; aksine çerçevelere oynayarak insanların düşünce ve kararlarını etkilemek, kutuplaşan, parçalanan toplumun bu vesile ile biraz daha kutuplaşmasını ve parçalanmasını sağlamak. Çünkü Mümtaz’er Türköne’nin dediği gibi “% 50’nin oyunu alabilmek için % 50’nin öfke ve nefretinin artırılması şart.” Konuşmanın ilgili bölümünde yer alan üç cümlede hadisle birlikte “Efendiler Efendisi” feminist” “hakaret” kavram ve çerçevelerinin aynı ayrıştırıcı üslupla kullanılması dile getirdiğim teze destek veren unsurlardır.

Bunun tabii sonucu şudur; benim hadis ekseninde başka yazının konusu dediğim arka plan şartlarına bağlı olarak farklı yorumlar getirenlere “peygamber karşıtı” “din düşmanı” diye suçlamanın yapılabileceği zemin oluşacak. Böylece öfke, nefret kökleşecek. İkinci sonucu ise, hadisi izah veya müdafaa sadedinde konuşmalar olacak ve o cephe de kemikleşecek. Yani her iki halde de kazanan PR çalışması ile konuşmayı dizayn eden siyasi kesimler olacak.

Daha geniş bir perspektiften bakacak olursak bunun bir başka sonucu da şu: 17 Aralık’ın başından beri benim ısrarla “dinin içi boşaltılıyor” dediğim hususun bir halkası daha zincire ekleniyor. Şimdiye kadar yüzlerce örneğini gördüğümüz üzere hem o hunharca katliam hem de hadis başta olmak üzere din ve dini değerler araçsallaştırılıyor. İktidar safları sıklaşıyor, karşıt saflarda öfke artıyor ama arada ezilen dünyevî menfaat, siyasi iktidar uğruna araçsallaştırılan din ve dini değerler oluyor.

Pekala dinin asıl kaybeden olduğu bu süreçte başka kaybeden kim? Kaybeden dün, bugün ve yarını ile bütün ülke insanı. Dün kaybediyor; çünkü gelenek paramparça ediliyor. Bugün kaybediyor; parçalanmış halimiz ortada. Ve yarın kaybediyor, böylesi bir zeminde doğan ya da büyüyen çocuklarımıza dini, siyasi ve kültürel farklılıkları toplumsal uzlaşmaya konu edecek ne bir zemin ne de bir kültür bırakıyoruz.

Anladığım kadarıyla bu süreç devam edecek. Nereden mi biliyorum? Tam bu yazıyı tamamlayıp gazeteye göndereceğim esnada, bizim vergilerimizle oluşan hazineden aldığı maaşla bize hizmet etsin diye görev verdiğimiz üst düzey iki siyasinin konuşmaları düştü haber sitelerine. Biri şunu diyor: “…inadına dekolte, inadına mini etek diye feveran etsinler, biz inancına, tarihine bağlı nesiller yetiştireceğiz.” Diğeri de “Avrupa’da bizle yarışacak ülke kalmadı.”

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.