İslam’da siyasî muhalefet

İslam’da siyasi muhalefet başlığı yanlış. Doğrusu “Müslümanlıkta” veya “Müslüman tarihinde siyasi muhalefet” olmalıydı.

Yıllardır “İslam ve İslam’da” diye başlayıp ardı arkası bir türlü kesilmeyen, son tahlilde ya teorik ya da dün ve bugünü baz alan tarihi örneklerden hareketle yapılan siyasi, iktisadi, askeri, hukukî, kelâmî vb. yorumlara atılan başlıklara, kitap isimlerine kategorik olarak karşı çıkmış ve bu yaklaşımın yanlış olduğunu savunmuşumdur. Temel argümanım şu; İslam bir dinin adıdır ve bu keyfiyetiyle din Kur’an ile Efendimiz’in (sas) peygamberlik vasfıyla beyan buyurduğu bağlayıcı hadislerinden ve onu hayata taşıyan pratik hayattaki uygulamalarından ibarettir. Bu çerçevenin dışına çıkan her şey din değil, dinin yorumudur. Söz konusu yorumu veya bu yoruma bağlı olarak hayata yansıyan pratiği kim yaparsa yapsın netice değişmemektedir ve değişmemelidir.
Mezkur yaklaşıma göre “İslam sosyolojisi, İslam psikolojisi, İslam ekonomisi vb.” başlıklar ne kadar yanlışsa, “İslam’da devlet, İslam’da siyasi muhalefet vb.” başlıkları da o kadar yanlıştır. Çünkü söz konusu başlıklar altında anlatılan, yazılan, çizilen her şey onu kaleme alanların şahsi bilgi, tecrübe ve gözlemlerine dayanarak yapageldikleri tespit ve değerlendirmelerden ibarettir. İşte yorumun, gözlemin, değerlendirmenin girmiş olduğu alana bir dinin adı olan “İslam” veya “İslam’da” demek yerine Müslümanlıkta, Müslümanların tarihinde demek çok daha doğrudur.

MUHALEFETİN MEŞRU ZEMİNİ YOK MU?

Takdir edeceğiniz gibi ikisi arasında dağlar kadar fark var. Fakat bu farkı fark edemeyen kişilere söz konusu ettiğimiz yorumlar “İslam…” veya “İslam’da…” diye sunulunca, onları dinin bizatihi kendisi zannetmekten tutun kutsamaya kadar uzayan bir tavır içine giriyorlar. Bu yaklaşımın tabii sonucu olarak kör bir taassup açığa çıkıyor, bunlara muhalif yaklaşım sergileyen her bilgi dışlanıyor, bunları seslendiren kişiler de küfre isnada varan suçlamalara maruz kalıyor.

Bu kısa girişten sonra İslam’da siyasi muhalefetin hiç meşru zemini yok mu sorusunu sorabiliriz? Var; var ama bu yukarıda çerçevesini sunduğum Kur’an ve bağlayıcı sünnet norm ve formları ile sınırlı. Hz. Ebu Bekir (ra) ile başlayan hulefa-i raşidin döneminden bugüne 15 asırlık Müslümanlık tarihine gelince; oradaki muhalefet her bir dönemin ayrı ayrı siyasi, ekonomik, askeri, coğrafi, kültürel, dini vb. arka plan şartlarına göre yapılmış siyasi muhalefettir ve bunun adı “İslam’da siyasi muhalefet” değil “Müslümanlıkta siyasi muhalefet” veya daha dar alanlı çalışma söz konusuysa söz gelimi “Emevilerde” “Muaviye döneminde “siyasi muhalefet” üst başlığı ile sunulmalıdır.

O zaman nedir İslam’da siyasi muhalefetin temelleri? Kur’an’a ve yaşayan Kur’an olan Efendimiz’in (sas) pratiği ile ete-kemiğe bürünmüş tatbikatlar iki ana unsuru çıkartıyor karşımıza; şûra ve emri bi’l ma’ruf. Şûra konusunda umumi manada hem bir hedef gösterme hem de başka vasıflarla birlikte istişare etmeyi takdir makamında “İşlerini kendi aralarında yaptıkları istişare ile yürütürler” (Şûra, 38), hususi manada ise Uhud Savaşı sonrası direkt Efendimiz’in (sas) muhatap alındığı “İşlerini onlarla istişare et” (Ali İmran, 159) ayetleri vardır Kur’an’da. Her iki ayete gerek nüzul sebebi, gerek siyak-sibak bütünlüğü ve gerekse Allah Resulü’nün (sas) tatbikatları açısından baktığımızda gördüğümüz şey, devlet idaresine râci olan A’dan Z’ye her meselede idare edilenlerin görüşlerini idarecilerine aktarmasıdır. Bu görüşlerin idari mekanizmaların görüşlerine muvafık olması veya olmaması önemli değildir. Zira yapılmak istenen şey en iyinin, en doğrunun ve en güzelin bulunmasıdır.

Emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker ise iyiliği emretme, kötülükten yasaklama manasına gelen bir terim. “Sizin içinizden hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun.” (Ali İmran, 104) bunun delili.

Şimdi gerek istişare/şûra, gerekse iyiliği emr kötülüğü nehy ayetlerini devlet idaresine bakan yani itibarıyla ele aldığımız zaman, bunları bir-iki kişinin itiraz ederek sesini yükseltmesi şeklinde anlamak mümkün değildir. Burada aile veya şirket yönetimini ya da akraba, komşu ve arkadaş ilişkisinden bahsetmiyoruz. Aksine yaşayan milyonlarca insan ile gelecek nesilleri de içine alacak çok geniş bir daireden yani devlet sistemi ve onun yönetiminden bahsediyoruz. Nitekim şûranın temsili demokrasilerde meclis ile, emri bi’l-maruf’un zabıta, polis teşkilatı ve hukuki müeyyideleri belirleyen yargı sistemi ile karşılık bulması bu bağlamda dikkate değer yorumlardır.

Önemine binaen tekrar edeyim; şûra ve emri bi’l-maruf’un sistem ve kurumsal bağlamda düzenlemelere konu edilmesi şarttır. Zira İslam’ın verdiği şey genel ilkedir, normdur, prensiptir. İlkenin hayata geçmesi, normun forma dönüşmesi beşer iradesi ile olacak şeydir. 15 asırlık tarihimizde saltanat rejimlerinden cumhuriyete, monarşiden oligarşiye, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye uzanan tarihimizde başarılı ama çoğu zaman da başarısız bir şekilde yapılan ve yapılmak istenen de bundan ibarettir.

Çoğu zaman başarısız tespiti mübalağalı değil mi? Bana göre değil. Hele şu birkaç yıldır ülkemizde yaşananlara bakınca hiç değil. En basitinden bir soru sorayım, dün ve bugün “Allah katında en faziletli cihad, zalim sultan karşısında hak ve hakikati söylemektir.” hadisine göre hareket eden ne kadar insan ve kurum vardır dersiniz? Çok az. Zaten çok az olduğu için de Hz. Ömer’e “Eğer eğrilirsen eğri kılıçlarımızla seni düzeltiriz” diyen sahabinin çıkışı ile yetinir ve bununla övünürüz. Burada kalsak iyi, daha ötesi var. O da şu, hilafetin saltanata evrildiği dönemlerde iktidar goygoyculuğu uğruna “Sultan zalim bile olsa itaat edeceksin” hadisi uydurulmuştur. Hatta devlet idaresinin yaptığı yanlışlara karşı yapılan ve usulüne uygun uyarıları bile “fitne” diye nitelendirmiş; “Fitne uykudadır, uyandırana lanet olsun” hadisi ile muhalif bütün sesleri susturma cihetine gidilmiştir. Bazı yorumlara göre şükrün yanı sıra dinin ikinci yarısını oluşturan sabır, ‘idarenin yapageldiği her türlü yanlışlık sineye çekilmelidir’ kullanılmış ve celvet yerine halvet tercih edilmiş, Efendimiz’in (sas) haksızlıklar ve zulümler karşısında hilfu’l fudul’dan son nefesine kadar verdiği mücadeleyi unutulmuştur.

Doğrusu, günün şartları nazara alınarak elbette asayiş problemi çıkarmadan mevcut sistem içinde yapılanların yanlışlığını hem ferdi hem de kurumsal manada itirazı dile getirilmesi ve bunun kurumsal bağlamda  sisteminin oluşturulmasıdır. Kaldı ki bu sistem katılımcı demokrasinin olmazsa olmaz şartı olduğu gibi İslam’ın temel değerlerine de aykırı değildir.

Evet, bir taraftan hükümet devleti yöneten yapı olarak vazifesini yaparken, ondan bağımsız denetim mekanizmaları da muhtemel veya vaki sapmalara karşı vazifesini yapacak ve beri taraftan fertler ve sivil toplum da muhalefetini 4 yılda bir sandık başında attığı oy ile sınırlamayıp atanmış ve seçilmişi ile devleti yöneten mekanizmaya kendi görüşlerini açıklayacaktır. Bu onların hem hakkı hem de vazifesidir.

Bu yazıda sözünü ettiğimiz muhalefetin modern dönemlerde çok sık kullanılan sivil itaatsizlik kavramı ile alakası var mı? El-cevap; tabii ki var. Onu da bir başka yazıda ele alalım.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.