Fethullah Gülen ve devlet

Fethullah Gülen Hocaefendi, hayatının hiçbir döneminde ne kabile ve beyliklerin “benim devletim” anlayışını destekleyen ne de “devleti kutsayan” bir beyanda bulundu.

Asıl “devleti kutsayıp” “benim devletim” diyerek devleti ele geçirmeye çalışanlar Hocaefendi’yi bunlarla suçlayan siyasal İslamcı zihniyettir hem de dün devlete tâgut demelerine rağmen. Halep oradaysa arşın burada. Bakın Hocaefendi’nin yazılı ve sözlü beyanlarına ve bakın AKP destekçisi yazarların muhalefetteki söylemleri ile iktidardaki söylem ve eylemlerine.
Bir din alimi olarak Hocaefendi’nin tarifinden fonksiyonlarına kadar devletle alakalı ortaya koyduğu düşünceler İslam’ın genel geçer ilkeleri istikametindedir. İslami ilkelere bağlı olarak yapılan devlet tarif ve fonksiyonları ile söylem ve eylemlerin tasnifi olmak üzere iki ayrı açıdan ele almak lazım bu meseleyi.

Tarif ve fonksiyonları açısından 14 asırlık İslam geleneğine baktığımızda karşımıza kabaca 3 dönem çıkmaktadır.

Bir; erken dönemlerde devlet. Bu dönemde devlet sözlük manasında olduğu gibi “kuvvet, güç, zafer ve hakimiyetin el değiştirmesi” bağlamında kullanılmış, öyle anlaşılmış, kabullenilmiş ve uygulanmıştır. Emevi ve Abbasi dönemlerinde “Benim devletim, bizim devlet, devlet bize geçti” gibi kavramlarla kastedilen, güç kuvvet ve hakimiyetin el değiştirmesidir. Hatta Efendimiz’in (sas) vefatını takiben Beni Saide Sakifesi’nde ensar ve muhacirin “Devlet başkanı kim olacak?” tartışmalarında bile kökleşmiş bir zihniyetin uzantısı olması hasebiyle bu yaklaşımın rolü göz ardı edilemez. İslam sonrası karşılaşılan ilk başkan seçimi, halef tayin edilmemesi, kabile yönetiminde vefat eden lider gömülmeden yeni başkan seçimi gibi hususları da buna ilave etmek lazım.

İki; ilerleyen dönemlerde devlet, yönetim el değiştirse bile hakimiyetin devamlılığını gösteren mana ve muhtevada kullanılmış ve uygulanmıştır. Bir zamanlar Osmanlı’nın da devlet idealini ifade eden “devlet-i ebed-müddet” kavramının çıkışı bu ikinci dönemde olmuştur.

Burada cevaplanması gereken soru su; asıl amaç insanların temel hak ve özgürlüklerine zarar vermeden makasıd-ı şeria’nın tahakkuk edeceği bir ortamın tesisi ise –ki öyledir- bunu sağlayacak olan “din u devlet” kavramında gördüğümüz üzere ‘dinin devamı devletin devamına bağlıdır’ inancı mıdır yoksa hanedan iktidarının sürekliliği midir? Tarafsız ve insaflı bir gözle bakacak olursak ikisini de söyleyenler ve her iki görüşü destekleyecek dönemler ve deliller var.

Üç; şimdilerde ise devlet, Batı ülkeleri veya siyaset biliminde kullanılan mana ile eşdeğer biçimde tanımlanmaktadır. Yani bir millet veya milletlerin siyasi açıdan örgütlü bir şekilde birlikte yaşadığı, toprak bütünlüğü olan tüzel kişiliktir. Sonuç itibarıyla İslam geleneğinde devlet, müeyyidesi de bulunan siyasi bir güçtür ve bu gücün yapılanması veya kurumsallaşması sosyal, ekonomik, dini, kültürel, coğrafi, ahlaki unsurlara bağlı olarak değişik modeller şeklinde tezahür etmiştir.

Bu temel bilgiler eşliğinde Hocaefendi, devleti bugünkü manası ile kabullenmiş ve “devleti ele geçirilecek bir kurum” olarak görmemiştir. Bakmayın siz piyasada medya desteği ile oluşturulmak istenen havaya. Söylem ve eylemleri ortada. Bir din alimi olarak dini, tarihi ve kültürel köklerine çok bağlı olmasına rağmen “din u devlet”, “devlet-i ebed müddet”, “din mi devlet içindir, devlet mi din içindir”, “hikmet-i hükümet” konuları etrafında yaptığı açıklama ve izahlarda bile ötekine hakkı hayat tanımayan “benim devletim” anlayışını destekleyecek bir beyanına rastlayamazsınız. Nasıl rastlarsınız ki? Medine Vesikası ile İslam devlet anlayışının temellerini atan Efendimiz’in (sas) pratikleri buna mani. Başka bir şey demeye gerek var mı?

Hatta Hocaefendi, asırlarca çoklarının dilinden düşürmediği devlet-i ebed müddet anlayışını gerçekleşmesi imkânsız bir ideal olarak kabullenmiştir. Şu cümleler Hocaefendi’ye ait: “Devlet-i ebed müddet bir ideal ve bir mefkûredir. Bunun tam gerçekleşmesi ise imkânsızdır. Bu açıdan ona bir gâye-i hayal demek daha doğru olur zannediyorum.” Zira esas olan devlet değil, insandır. Şeyh Edebali’nin dediği gibi temel felsefe ‘devleti yaşat ki insan yaşasın’. Bunu aşağıda daha detaylı olarak göreceğiz.

“Din mi devlet, devlet mi din için?” sorusuna verdiği uzun cevapta kavramlar ekseninde tarihi süreci özetledikten sonraki son cümlesi Hocaefendi’nin nerede durduğunu anlamak için yeterli olacaktır: “Günümüzde ise bu mes’elelerin berzahı yaşanmaktadır. Dolayısıyla bugün bize düşen, herkesle diyalog kurabilme yolunda müşterek noktalar tespit edip, bütün dünya ile entegre olabilecek hâle gelmektir.” Entegre olunacak dünyada devlet anlayışının geldiği yer bellidir; bir devlet çatısı altında yaşayan herkes eşit haklara sahiptir. Din, ırk, cins, dil vb. sebeplerle ayrımcılığa tabi tutulamaz. Ülkenin yönetiminin kararlarına siyasi ve sivil alanda göstereceği faaliyetlerle katılır. Kabul eder, ret eder, eleştirir vs.

Devletin lüzumu devletçi devleti kutsama

Bir başka bakış açısı devletin yeri konusundaki söylemler. Bu bağlamda devlet eksenli söylemleri üç ana kategoriye ayırabileceğimizi düşünüyorum. Bir; devletin gerekliliğine inanan ve savunan görüşler. İki, devleti insanın önüne çıkaran ve gerektiğinde temel hak ve özgürlüklere rağmen insanı değil devleti tercih eden düşünceler. Üç; devleti kutsayanlar. Bu tasnifi esas kabul edecek olursak Hocaefendi devlet düşünceleri itibarıyla hangi kategoriye giriyor? Hiç şüphesiz birincisine giriyor. Hem de devletin ideolojik saplantılar sebebiyle dine ve dindara karşı düşman gibi davranması ve 77 yıllık hayatında sırf bu nedenle onca zulme ve haksız muamelelere maruz kalmasına rağmen.

O, bana göre devlet ile alakalı düşüncelerini yazı ve konuşmalarında ifade ederken sağduyusunu, soğukkanlılığını ve ümidini hiç kaybetmemiş, her zaman devlet-hükümet ayrımı yapmış, devlet aygıtını çalıştıranların hata ve yanlışları olabileceğini, bu sebeple devlet düşmanlığının doğru olmadığını, devletin yıpratılmasının önü alınamaz kaoslara yol açabileceğini söylemiştir. Çoklarının bildiği ve klişe haline gelen şu cümle bu istikametteki düşüncelerin özeti sayılabilir: “En kötü devlet, devletsizlikten iyidir.”  Hocaefendi bunu derken kendi ifadesiyle devletin görevini adalet ve şeffafiyet içinde vazifesini yapabilmesi için “devletin saygınlığının korunması” gerektiğini temel alır. Aksi halde  milletimizin çok çektiği kaos ve anarşi ortamına yeniden düşülebilir,   insanların temel hak ve özgürlükleri ellerinden alınabilir.  Kaos ve anarşi nizamsızlık, düzensizlik, hukuksuzluk demektir.  Bu ise bir tarafta devlet ve devlet nizamı, öbür tarafta kaosun ve anarşinin yer aldığı ayırım noktasında tercih meselesidir ki Hocaefendi, bunu şöyle ifade eder: “Devlete karşı güveni sarsmak anarşiye, teröre ve başıbozukluğa vize vermek demektir.” Şu sözler de ona ait: “Devlet masumdur, peygamberane bir ismet içindedir, ne yaparsa isabetlidir, asla hata yapmaz’ gibi mülahazalarım hiçbir zaman olmadı. Devleti idare edenler de yanılabilirler.”

Yukarıdaki düşünceler hiçbir zaman devletin varlık ve bekasını insana tercih eden bir görüş olarak değerlendirilemez. Devletçi düşüncelere sahip olsaydı her şeye rağmen devletin her dediğini yapardı ama yapmamıştır. Pasif direniş sergileyerek, devletin zulmüne karşı durmuş, gayrimeşru tasarruflarına itiraz etmiş, eğitim, işadamları, diyalog vb. alanlarda insanları sivil aktivizme yönlendirmiş, devlet tekeline karşı çıkmıştır.

Ayrıca insanı bir hiç mesabesine koyan devletçi zihniyet, güya devletin varlık ve bekası adına keyfiliklere girer, hukuk tanımaz noktalara ulaşır ki içinde yaşadığımız günler bunun ispatıdır. Hocaefendi, bakın bu mevzuda yıllar önce neler diyor: “Devlet, devlet için bile olsa cinayet işleyemez. Devlet tecziye eder; ama hukuka göre muhakeme ettikten sonra cezalandırır. İcab ederse haps-i münferide atar, müebbet hapse koyar; gerekirse sürgüne yollar ve hatta idama mahkûm eder. Bütün bunları hukukun müsaade ettiği çerçeve içinde ve başkalarını da caydırma mülahazasıyla yapar. Fakat kat’iyen yargısız infazda bulunamaz. Onu devlet yapamadığı gibi kendini devletin yerine koyan, devletini sevdiği için bunları yaptığını iddia eden kimseler de yapamaz. Hiç kimse, “Ben devletimi çok seviyorum; ona bir yerden bir zarar gelecek diye yüreğim ağzıma geliyor. Dolayısıyla, böyle bir zarar ihtimali karşısında kendimi frenleyemiyor ve devletime kastedenlerin arabalarını yakıyorum.. hırsımı alamayıp gidip bir yerde, evleri, dükkânları, bir parti binasını taşa tutuyorum.” diyemez.”

Hocaefendi ve devleti kutsama konusu ise müstakil bir yazı ister.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.