Bugünün çocuğu olanlar, yarınları anlayamaz

Hangisinden başlayayım bilmiyorum. Kurban Bayramı’nın 3. günü ikindi ve akşam sohbetlerinde öyle önemli şeylere parmak bastı ki Hocaefendi, hepsi de ruh ve mana kökümüz adına yeniden dirilişe dikkat çeken tespitlerdi. İkindi sohbeti kayıt altına alındı, herkul.org sitesinde ihtimal yayınlanır; ama akşam alınmadı. Onu da bu notlardan takip edebilirsiniz.

Yeni miydi Hocaefendi’nin bu tespitleri? Hayır, yeni değildi. Onu sohbetleri, vaazları, yazıları ve bütün bunlara evet diye ses verenlerin eserleriyle takip edenler, “bunlar yeni değil” der benim gibi. Yeni oluşu sadece harf, kelime ve cümlelerden oluşan ifade kalıbında.

Kaldı ki yeni olsa ne olacak, eski olsa ne olacak? Yeni ve eski izafi kavramlar değil mi zaten? Yeni kavramının ilk etapta akla yaptığı çağrışımı esas alarak diyeyim, her yeninin yeni olmadığını bilen insanlarız bizler. Evet, her yeni, yeni değildir; her eski, eski olmadığı gibi. Bazen öyle eskiler vardır ki yenilere taş çıkartır.

Güncel bir örnek olacak ama olsun; isterseniz son seçimlerde iktidar partisinin gündeme soktuğu ve siyasi bir slogan gibi kullanıp oy devşirmeye çalıştığı “Yeni Türkiye” kavramına bakın. Türkiye’yi idare etme iddiası ile ortaya çıkan ve fiilen 12 yıldır ülkeyi yöneten bir partinin böylesi bir slogan kullanması tabii ki hakkıdır. Ama bir seçmen olarak şunu sormak da bizim hakkımızdır; yeni olan ne? 12 yıldır yaptıklarınız mı, 12 yıldan sonra yapacaklarınız mı? 12 yılın ilk iki dönemine bakıyoruz, gerçekten yeni nitelemesini hak kazanacak şeyler. Ama 3. döneme gelince ilk iki dönemde gerçekleştirilen her şey geri alındı. “Devlet, hukuk, adalet hak getire” denecek bir sürece girildi. Eskinin “askerî vesayet” anlayışı “sivil vesayet” olarak hayatımıza hakim oldu ve neredeyse eski dönemlerini arattıran bir manzaraya büründü Türkiye. İşte 7 Ekim ve sonrasındaki Türkiye’yi kasıp kavuran hadiseler. Konunun uzmanları bunun böyle olacağını yıllardır yazıyorlardı. Her neyse, biz konumuza dönelim.

Hocaefendi’nin düşünceleri ama Kur’an’ın tasrif metoduna uygun, “din nasihattir” hadisinde kendisine yer bulan beyana muvafık bir şekilde tekrar ve terdad edilen hakikatler. Hangisinden başlayacağımı bilmediğim için önce cümle cümle aldığım bazı notları yazayım:

“Olumlu hiçbir şeye sahip çıkmamak lazım. Her şeyi O (cc) yaptı. Siz yaptıklarınıza sahip çıkarsanız öbür tarafta yaptıklarınızla baş başa kalırsınız.”

“Tarih şuuru, kalbi ve ruhi hayat itibarıyla yeniden inşa demektir. Allah’ın lütfuna mazhar olmak için, mektep, medrese ve tekkenin derpiş ettiği şeylerin bütününü alıp kendinizi yeniden inşa ediyorsunuz. Zaten zamanın aşındırması karşısında endişe duymalı ve bu endişeyi ağaçlar gibi derine doğru kök salarak gidermeye çalışmalısınız. Bu kendinizi yeniden inşanın adıdır.”

“Mahiyet-i maneviye inşa edilince kendi benliğinizden sıyrılır ve kıldığınız namazlarda namazlaşırsınız. Melekler sizin namazını görünce ‘namaz bu’ demeliler. Zat-i ulûhiyet ‘namaz böyle kılınır’ demeli.”

“Dinin temel prensiplerine uygun bir şekilde hareket etmeli. Bize düşen odur. Bununla nereye varılır? Onu Allah bilir. Ama biz yaptıklarımız maddî-manevî beklentilere bağlarsak ruh ölür. Ruh ölünce geride ceset kalır ve o da çürür.”

“Kur’an kıssaları tarih şuuru adına çok önemli. Bazıları bîtamamiha bizi anlatmayabilir. Ama orada resmedilen insandır ve insan karakteridir. Bu açıdan insanı doğru okumak adına bu kıssalar çok önemli.”

“Bazıları milliyetçilik düşüncesini ait olduğu ırk açısından değerlendiriyor. Bu milliyetçilik kavramının alanına daraltma demektir.”

“Cemil Meriç bir kitabına isim olarak vermişti; Umrandan Uygarlığa. Koskaca bir medeniyeti uygarlık yaptık.”

“Hak dostu, ‘Marifettir dû cihandan maksûd’ demiş. Evet; ‘Hikmet-i dünya vu mafiha bilen arif değil; Arif öldür bilmeye dünya vu mafiha nedir’.”

Devamı var, onları da ortam tasviri içinde aktarayım. Gördüğünüz gibi tam da fasıldan fasıla nitelemesi ile ifade edilebilecek çok çeşitli konuların ele alındığı bir muhabbet ortamı. Soruların yönlendiriciliği sohbetin yönünü tayin eden bir faktör olsa da Hocaefendi fırsatını bulduğu ilk anda yaptığı bir girizgâhla hemhal olduğu aktüele sıkıntılara mevzuyu taşıdı. Yukarıda aktardığım cümlelerin bazılarında girizgâhlar bularak düşüncelerini ifade etti. Çünkü o Mevlânâ’nın dediği gibi “Kum tanesiyim ama çölün derdini taşıyorum.” dediği noktada duruyor. “Ateş önce beni sonra düştüğü yeri yakar” diyen insandan zaten daha başka ne bekleyebilirsiniz ki?

Bunlar arasında benim dikkatimi çeken ve daha önceki yazılarımda farklı açılardan yorumlarla dile getirdiğim cümlelerini aktarayım. “Psiko-sosyolojik açıdan da, siyasî, ekonomik, ahlakî açılardan da bu sürecin böyle devam etmesi düşünülemez. Şimdilerde sürecin en sert zamanları, karı, yağmuru, dolusu, fırtınası ile kış yaşanıyor. Hiç endişe etmeyin; yakında bahar zuhur edecek ve göreceksiniz o zaman başkalarının açıklarını, yanlışlarını görenler size gelecek ve siz de bağrınızı açacaksınız.” Sürecin başından beri hiç değişmeyen düşüncesi ve taviz vermediği duruşu bu Hocaefendi’nin. Öyle değil mi?

Zaten bu cümlelerin hemen ardından onu da ilave etti: “Yalnız önemli olan sizin dik durmanız; dik durmanızda istikrar ve istimrarı bozmamanız. Bu gerçeği size yakın olanlar bile anlamayabilir. Zaten bugünün çocuğu olanlar yarını, yarınları anlayamaz.” Bazıları teveffuk hissiyle yorumlayabilir bu tespitleri. Bu ihtimal aklına gelmiş olsa gerek ki son cümlenin ardından şunu ilave etti: “Biz o kadar derin insan mıyız? Hayır, değiliz. Allah istikametten ayırmasın.”

Salon sessizliğe büründü bu sözlerden sonra. Hadiselerin tazyikinden bunalmış ama iman, ümit ve azminden hiçbir şey kaybetmeden yola devam eden insanlar sükût etmeye durdu. Hocaefendi bozdu bu sessizliği: “Bu süreçte dik duruşunu beklediğim niceleri oldu. Bana yurtdışında ziyaret ettiği okuldan ağlayarak telefon açan ve şükranlarını bildiren insanlar vardı.” Merakla bekledik; kim veya kimler bunlar? İsim verecek mi diye düşündü belki çokları. Vermedi, vermezdi de zaten. Genel tavrına, ahlakî anlayışına aykırı. Belki dinî değerlerle temellendiriyor bu yaklaşımını; onu bilemem ama vermedi. Sadece şunu dedi: “Kırgın değilim. Bağışıklık sistemi mevzuu. İnsaf mevzuu…”

Bana sorarsanız kırgın değilim dedi ama bence kırılmış bir kalbe sahip. Zira şu sözler benim bu yorumumu ispatlayan ifadeler: “Sanki biz keyfemâyeşâ hareket eden sergerdân insanlarız.”

Yatsı namazı kılacağız. Abdest hazırlığı için kalkarken Bağdatlı Ruhi’nin Terkib-i Bend’inden şunu okuyordu:

“Verdik dil u can ile rıza hükm-i kazaya;

Gam çekmezüz uğrasak eğer derd u belaya.”

Pensilvanya’da bir bayram günü böyle geçti…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.