Best friend, good friend, friend

“Yalnız kendi nefsini düşünerek dost arayan kendine dost değil hizmetçi arıyordur.” Cenap Şehabettin
Birbirimize sahip çıkma ekseninde dünü aratan bugüne sahip olduğumuzu dün ve bugün manzaralarından kısa kesitler sunarak anlatmış; neden/leri üzerinde kısaca durmuş ve neler yapilabilir’i bu yazıya bırakmıştık eğer hatırlarsanız.

Önce bir kabulle ise başlayalım; dünü geri getirmek mümkün değildir. Bir siyasinin meşhur sözüyle ifade edecek olursak: ‘dün dündür; bugün de bugündür.’ Aynı nehirde aynı sudan iki defa yıkanmanın imkansızlığı ölçüsünde imkansızdır dünü ayniyle yaşamak. Eğer mümkün olsaydı bunun adı zamanı dondurmak olurdu. Halbuki zaman akıp giden bir süreç ve bu Yaratıcı Kudretin iradesi. Bizim yaşadığımız donuklaşmış ‘an’ değil, ‘zaman’ değil; aksine akıp giden an ve zaman içinde bir kare, bir kesit. Çünkü zaman süreç. Necip Fazıl’ın ifadeleriyle, korkunç bir daire. Sürekli dönüp duran ve içine aldığı herkesi de kendiyle birlikte döndüren bir daire hem de. Bu korkunç daire içinde yaşayan bizler söz konusu kareleri doldurmaya çalışıyoruz hareketlerimizle. Hareketlerimize yön veren alışkanlıklarımızla, ideolojilerimizle, inançlarımızla. Öyleyse dünün bir daha geri gelmeyeceğini kabullenelim. Bir önceki yazıda verdiğimiz misal içinde; artık Türkiye’den her gelen Türkiye’linin JFK havalimanında davullar, zurnalar ve konvoylar eşliğinde karşılanmayacağını bilelim. Ama gelenlerin gurbet elde sahipsiz kalmasına da gönlümüz razı olamaz; o zaman mevcut şartları nazara alarak yeni düzenlemeler yapalım. İşte yapacağımız bu yeni düzenlemeler bugünü yaşamak demektir; süreç içinde olduğumuz kabullenmek demektir. Bu düzenlemeler dünü aratabilir; çoklarımıza keşke dedirtebilir. Böyle diyenler kendilerince haklı olabilir ama alacaklı değillerdir. Zira süreci tersine çevirme imkanı zorlardan zor bir şeydir beşer için.

Kabulü gereken bu yaklaşımdan sonra ‘neler yapilabilir’i Anadolu insanının bir North Dakota’ya nisbetle çok daha yoğun yaşadığı yerlerdeki karşılıklı münasebetleri merkeze koyarak izaha çalışalım. Benim yapacağım bir teklif aslında. Olur-olmaz; kabul edilir-edilemez, uygulanabilir-uygulanamaz; makul bulunur veya saçma denir onu bilemem; ona son tahlilde karar verecek herkesin kendisi. Teklifim açık ve net olarak şu; münasebette bulunduğumuz sosyal çevreyi iç içe üç ayrı daire içinde mütalaa edelim diyorum. İçteki daire en dar olanı ve ben buna ‘best friend’ dairesi, ikinci daire biraz daha geniş ‘good friend’ dairesi ve en geniş üçüncüsü daire sadece ‘friend’ dairesi olsun.

Yapılacak şey; başlangıçta eşiniz ve çocuklarınızla birlikte oturup inceden inceye hesap yaparcasına yakın ve uzak çevrenizdeki bütün tanıdıkların isimlerini bir kâğıda yazmak olmalı. Telefon rehberleri, e-mailinizdeki adresler bunları belirlemede yardımcı olabilir. Öyle ki her gün on defa yüz yüze görüştüğünüz iş arkadaşınız da bu listede olmalı, yılda bir defa selam verdiğiniz dostunuz da. Sonra yaşadığınız mekan, huy ve karakter benzeşimi, hemşehrilik, çocuklarınızın arkadaş ihtiyacı, okul veya iş arkadaşlığı, evleriniz arasındaki mesafe yani komşuluk durumu, özellikle bayanların yıldızlarınızın barışıklığı ve uyumu, ekonomik yeterliliğin veya eğitim ve kültür düzeyinin ağırlıklı olarak rol oynadığı sosyal statü farklılıkları, arkadaş-dost-kardeş ilişkilerine ayırabileceğiniz zaman miktarı ve benim daha aklıma gelmeyen başka faktörleri de hesaba katarak ilk önce ‘best friend’ dairesini belirleyin. Toplam 6-7 aileyi, 5-10 insanı geçmesin bu dairede yer alanlar.
Özelliği ne bunların? Bizim Tavşanlı’daki sadıç-damad ilişkisi gibi ömür boyu sürecek ve adı ne olursa olsun her türlü derdinde, sıkıntısında, sevincinde bir beraber olacağınız, her telefonuna çıkacağınız, gerekirse hemen her gün görüşeceğiniz veya hemen her gün görüşecek kadar yakın olacağınız ya da görüşmediğinizde bir eksiklik duyup ‘yahu bugün nasılsın, görüşmedik, sesini özledim’ deyip telefona sarılacağınız, randevusuz, çat-kapı her daim kapısını çalabileceğiniz, eskilerin tabiriyle ‘yediğiniz-içtiğiniz ayrı gitmeyen’ insanlar olmalı bunlar. Bir başka anlatım tarzıyla sanki siz onlardan sorumlu onlar da sizden. Sadık yaran da diyebilirsiniz. İsterseniz burada Efendimizin (sas) Medine’ye hicret ettiği zaman yaptığı ‘muahat’ denilen ensar-muhacirin kardeşleştirme projesini hatırlayabilirsiniz. Birbirine mirasçı olacak ölçüde yakın insanlar diyebiliriz buna.
İkinci daire aynı faktörlere bağlı olarak belirlenecek daha geniş bir daire olacak. Bunlar ‘good friend’ dairesinde yerini alacak. Hemen ifade edeyim; bunların ikinci dairede yer alması birinciler ölçüsünde sevilmediği anlamına gelmez. Belki ‘good friend’ dairesinde yerini alan birisi vardır ki ‘best friend’ den öte bir yakınlığınız vardır; can-ciğer dostunuz, akrabanızdır ama fiziki temasın sıklıkla yapılabileceği bir yerde değil de coğrafi olarak sizden çok uzak bir yerde yaşıyordur. Alınmalar-kırılmalar olmasın diye bunu söylüyorum zaten. Bu dairede yer alanlarla münasebetlerimiz biraz daha seyrek olacak. İlk dairedekilerle her gün görüşürken, bunlarla ayda bir, iki ayda bir görüşmek, konuşmak normal olacak. Diğerinin her türlü dünyevî-uhrevi sıkıntısında anında yanında yer alırken, burada hasta ziyareti, cenaze taziyesi, doğum kutlaması, aile gezmesi, ortak programlar gibi vesilelerle görüşülecek, konuşulacak, münasebete geçilecek.

Üçüncü yani ‘friend’ dairesine ise ilk iki daireye girmeyen kişilerin tamamını oluşturacak. Öyle ki bir defa selam verdiğiniz, telefon numarası veya kartvizit alış verişi yaptığınız herkes burada yer alacak. Yılda bir defa, meşhur tabirle ‘bayramdan bayrama’ görüşmek, konuşmak, dertleşmek, karşılıklı ziyarete gelmek-gitmek yeterli olacak bu dairede yer alanlarla.

Bu daireleri ve içine giren insanları deklare etmek şart değil; ama bilmek şart. Süreç zaten belirleyici ve etkileyici özelliğini göstererek kendiliğinden açığa çıkartacak bunu. Muhatabınız da anlayacak ve ona göre bir tavır alacak, ona göre bir pozisyon belirleyecek kendisine. Beklentilerini de ona göre ayarlayacak. Onun için mesela bir programda gördüğünde size; ‘eskinden her gün görüşürdük, artık iyice koptuk birbirimizden’ demeyecek; demeyecek çünkü öyle düşünmeyecek. ‘İş-güç, meşgale yoğunluğu’ diyecek. Veya “yapı çok büyüdü; tanıdık, eş-dost sayısı çok arttı. Dünya telaşı, mesafelerin uzaklığı” diyecek ve belki de ‘hey gidi günler hey!’ deyip iç geçirecek ama kırıcı olmayacak sana karşı ya da sen ona karşı.

Nasıl bu kadar emin olabilirsin diyebilirsiniz? Emin değilim; son tahlilde insandır, beklentilerine sınır koyamazsınız; hele böylesi hissiyatın ağır bastığı arkadaşlık münasebetlerinde onun beklentilerini belirleyemezsiniz; ama eğer o da benim önce şunu kabullenelim dediğim dünün geri getirilemeyeceğin idraki içindeyse ve o da kendisine göre bu üç daireyi belirlediyse en azından anlayacak, anlamaya çalışacak veya anlayış gösterecektir.

Cemaatten cemiyete evrilmenin, köyden şehre geçmenin, eş-dost-akraba çevresinin genişlemesinin, en genel tabiriyle büyümenin tabii bir sonucudur bu. Bu sonuç ister-istemez karşılıklı münasebetlerin dokusuna tesir edecektir. Buna sık ve seyrek dokulu münasebetler adını verebiliriz.

Akıl sahibi mükellef varlıklar olarak sürece irademizle müdahale etmesini bilmemiz lazım. Özne olmanın gereği budur. Tarihe müdahale etmenin şartı da budur. Hatta halife olarak yaratılmanın lazımı da budur. Yoksa rüzgarın önünde savrulan yaprak misali nesne olur gider; günü gelişine göre yaşarız. Biz şartları değil şartlar bizi yönlendirir. Onun için diyorum ki yönlendiremediğimiz şartları kabulle beraber inançlarımıza, değerlerimize uygun, örf ve adetlerimize muvafık bir şekilde süreci yönlendirelim; statik değil dinamik bir şekilde müdahil olalım, nostaljilere yenik düşüp masallar anlatmayalım. Çok sevdiğim İngilizce tabirler içinde ‘what’s next?’ deyip ‘time to move on’ deyip önümüze bakalım.

Her daireye karşı sorumluluklarımız farklıdır; bu farklılığın farkına varıp ona göre pozisyon alalım. Nisa süresi 36 ve Nahl süresi 90 ayet meallerini isterseniz bir de bu gözle okuyun.

‘Tanıdıklar çoğaldı ama dostlar azaldı’ dememenin bir yolu olarak bunu denemeye ne dersiniz?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.