Arafat duası

Kaleme almak istemediğim ama “herhangi bir yalanlama gelmedi” denmemesi için kaleme aldığım yazılardan birisini daha yazıyorum. İnşallah bu son olur.

Mevzu, 6 Ekim 2014 tarihli Yeni Akit’in sürmanşetten verdiği ‘Arafat’ta beddua’ başlıklı yalan ve iftiralarla dolu haberi. İddiaya göre “Cemaat beddua seansları düzenlemiş” ve benim “Arafat duası” başlığı ile internetten bulunabilen dua onlardan biriymiş.

2013 senesinde hacca gittim ve o dua, Arafat çadırında yaptığımız, Mehtap TV tarafından canlı olarak yayınlanan duadır. Bu sene hacca gitmediğime göre haberin doğruluğu için geride kalan tek alternatif, velilere Allah’ın ikramı olan bir anda birkaç yerde bulunmaya benim mazhar olmam. Keşke! Velayet mertebesini ihraz etmiş velilerin aynı anda birkaç yerde görünebileceğine inanırım ama bunun bana isnadı velayet mertebesini yerlere düşürmek manası taşır. Buna hiç kimsenin hakkı yok. Ben, beni biliyorum. Bırakın o velayet mertebesine erişmeyi, o mertebeye erişenlerin kapısında kul-köle olmayı Rabb’imin en büyük ihsanı sayarım.

Haberde duanın bu sene yapıldığına dair tarih kayıt düşülmemesi haberin yalan ve iftira olduğu gerçeğini değiştirmez. Zira tam da Arafat vakfe gününden bir gün sonra sürmanşetten haberi okuyan, TV ekranlarından izleyen herkes onu bu sene diye anlar. Nitekim piyasadaki tartışmalara bakılınca böyle anlaşıldığı ortada. Mehtap TV’nin Arafat günü aynı duayı yeniden vermesi de neticeyi değiştirmez. Çünkü TV, duayı verirken “canlı” kaydı düşmedi. Kaldı ki mezkur dua bir seneden beri YouTube dahil çeşitli internet sitelerinde durmakta. Doğru habercilik gereği yapılacak küçük bir internet taraması, bu çıplak gerçeği muhabirin önüne koyardı.

Eğer maksat doğru haber vermek olsaydı, muhabirin kendi gazetesinin arşivine bakması bile yeterli olurdu. Çünkü Akit yazarı Hasan Karakaya “alternatif vakfe” diyerek yazısına konu etmişti o duayı geçen sene. Karakaya’nın “bana ulaşan bilgilere göre” diyerek yazdığı yazıda güya biz cemaat olarak ayrı bir çadırda toplanmış, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in duasına katılmamış, alternatif dua yapmışız. Hayır; katıldık, onun duasından sonra da akşama kadar olan süreçte herkes gibi çadırımızda bulunan kişilerle toplu ve ferdi dualarımıza devam ettik. Hadisenin şahidi Hidayet Karaca Bey duyumunu tahkik ihtiyacı hissetmeyen bu şahsa cevap vermiş ve bir açıklama ile hakikati kamuoyuna duyurmuştu.

Duanın muhtevasına gelince; bir, yaklaşık 90 dakikalık o duanın sadece son birkaç dakikası makaslanarak verilmiş ve iddia ettiklerine göre ben orada “paralel örgütle mücadele edenleri” kastederek bedduada bulunmuşum. Paralel örgütten kastınız 10 aydır yaptıkları ile devlete, hukuka darbe yapan, devletin içinde çöreklenmiş dar oligarklar zümresi değil de Cemaat ise o tarihte 17 Aralık soruşturmaları yapılmamıştı ve Cemaat iktidar sakinleri tarafından henüz “paralel” yaftası ile yaftalanmamıştı.

İkincisi; ister duanın bütününe, isterseniz yalan haberde ön plana çıkartılan kısımlara bakın; “beddua” diye nitelendirilen cümlelerime, kelimelerime, hatta harflerime bakın, onların hiçbirinde şahıs ve grup adı zikredilmemekte, sadece Kur’anî ve Nebevî usulün gereğine uygun olarak sıfatlar ve vasıflar nazara verilmektedir.

Mesela: “Şeytanın bile aklına gelmeyecek hileler, desiseler, komplolar hazırlayan insanlara, sistemlere..” böyle başlıyor ve ardından Allah’a karşı acziyetimizi, zafiyetimizi ifade ederek, bunları engellemesi için Allah’a tazarru ve niyazda bulunuyorum. Hem de önce ıslahları kabilse deyip ıslah etmesini dileyerek. Ne mahzuru var bunun? Kim rahatsız olur bundan? Hiçbir mahzuru yok ve hiçbir müminin de rahatsız olmaması, aksine can u gönülden amin demesi gerekir. Belki bu vasıfların bir elbise gibi üzerine oturduğu kişiler varsa, onlar rahatsız olabilir. Aynaya baktıklarında o vasıflarla muttasıf olduklarını görenler rahatsız olabilir. Eğer böyleyse ve rahatsızlık sebebi buysa, İslam’ın genel geçer kaideleri ortada. Müslüman olan Kur’an ve sünnetin çizdiği çerçevede İslami ahlakla ahlaklanmaya bakar; hata ettiyse pişman olur, tövbe eder, af diler ve hayata yeniden başlar.

Duanın muhtevasında bir de Hocaefendi var. Onun yıllardan beri maruz kaldığı sıkıntıları nazara alarak bunlara sebebiyet verenlere, 14 yıldır gönüllü sürgün hayatı yaşamasına vesile olanlara vicdanımın sesini yükseltmiş; makam ve zaman itibarıyla elimden gelen tek şey olan duada içimi seslendirmişim. Hatta o kadar seslendirmişim ki onlara kahriye okumak istediğimi bile Allah’a arz etmiş, sonra Hocaefendi’nin “tel’in ve beddua etmeyin” sözünü de aktararak vazgeçmiş ve şartlı bir şekilde meseleyi Allah’a havale etmişim. Hocaefendi’yi sevmeyebilirsiniz. Onunla alakalı dualara amin demeyebilirsiniz ama benim duama da hiçbir şekilde hacr koyamazsınız. Rabb’imle arama giremezsiniz.

Üzüldüğüm nokta şu; yazılı ve görsel medya vasıtasıyla haberin ulaştığı masum kitlelerin bu çarpıtma, yalan ve iftiraya inanma ihtimalleri. Haberi tahkik etme imkân ve fırsatları olmayan, olayın muhatabı ne diyor diye sormayan masum kitlenin günaha sürüklenmeleri. İnşallah bu yazı onlara ulaşır da meselenin gerçek mahiyetini öğrenirler.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.