Âlimin ölümü âlemin ölümüdür

Menkıbedir; İ. Azam bir gün çamur yığınının yanında oynayan çocukları uyarır; “Dikkat edin, düşmeyin elbiseleriniz kirlenir.” diye. Çocuklardan biri atılır: “Asıl sen dikkat et. Ben düşersem, sadece ben ve elbisem kirlenir ama sen düşersen bütün ümmet kirlenir.”

Yaşanmış vakıadır; anne-babasının verdiği Hamdi ve Hamidullah isimlerinin haklarını verdiklerine inandığım iki dostum havaalanında vedalaşıyorlar. Dua istiyor hocalık vasfıyla mücehhez Hamidullah hamd otağında ismen buluştuğu dostundan. Aldığı cevap şaşırtıcı: “Ben zaten hep size dua ediyorum; hiç kendime dua etmem ki?” Neden sorusunu hak ediyor bu cevap. Neden diyor hafif bir tebessümle. Cevap, irfan deryasından bir damla: “Eğer siz sapıtırsanız bütün ümmet sabittir.”

Hadistir; Efendimiz (sas) buyurur: “Allah, ilmi kullarından çekip çıkarmak yani silmek suretiyle değil, alimleri kabz etmek suretiyle alır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca, halk birtakım cahil kimseleri kendilerine başkanlar edinirler. Bunlara birtakım sualler sorulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Hem kendileri dalalete düşerler, hem halkı dalalete düşürürler.” (Buhari, İlim, 41)

Mümtaz’er Türköne’nin tespitidir ve katılmamak mümkün değil. “Parti müftüsü” nitelendirmesi ile anlattığı kişileri nazara vererek, onlarla hesaplaşılmadan 17 Aralık dosyası kapanamaz der. Bu kadar somut delile rağmen hâlâ hukukî olarak sürüncemede bırakılan yolsuzluk dosyasıyla ne zaman yüzleşilir –ben hesaplaşma yerine yüzleşme demeyi daha uygun buluyorum- bilmiyorum ama yukarıdaki menkıbe, vakıa ve hadisi hatırlamamın sebebi Mümtaz’er Bey’in tavsifine uyan birisinin yazdığı yazı.

Şöyle demiş: “…birileri bu ülkenin şanlı şerefli bazı adamlarına ‘hırsız’ der, sonra da aylarca televizyon ve gazetelerde, ara sıra kaş göz işareti de yaparak hırsızlık hakkında vaazlar verirse bu vaazlar ‘iyi niyetli müminlere yakışan nasihat’ olmaktan çıkar, haksız itham, iftira, karalama ve zulüm olur.”

8 aydan beri beklediğimiz bir yazıydı bu ama ilavesi ile beraber. Ümeranın ayağına giden değil, ümeranın ayağına geldiği âlim olma nasihatini yıllarca tedris eden hoca şunu da söylemeliydi. “…birileri bu ülkenin şanlı şerefli adamlarına ‘şerefsiz, ahlaksız, vatan haini, çete reisi, örgüt lideri, ur, virüs, kan emici vampir, yalancı, ajan, piyon, haşhaşı, itikadî sapık, içi boş âlim müsveddesi, sahte veli, yalancı peygamber, karanlık odak, ırkçı, fitneci, takiyeci, kokuşmuş, çürümüş, omurgasız, kasetçi, montajcı, taşeron, sahtekar, sinsi, masa, çıkar şebekesi, riyakar, süte karışmış pis su’ der, sonra da aylarca siyaset meydanlarında, televizyonlarda ve gazetelerde bunları söylerse, bunu iyi niyetli nasihate hamletmek mümkün değildir. Düpedüz hakarettir bunlar. Ebu Cehil bile bu kadarını söylememiştir. Apaçık nefret suçudur bu hakaretler. Müslüman ahlakına yakışmadığı gibi devlet teamüllerine de, evrensel hukukî prensiplere de uygun değildir. Böylesi nefret dolu söylemler toplumu böler, kutuplaştırır, vatandaşlar arasına fitne sokar, millet birbirinin yüzüne bakamaz hale gelir.

Daha da vahimi ‘Ben bunların inançlarından şüphe ediyorum’ demek İslami değerlerle telif edilemez. ‘…onları ancak cehennem paklar’ demek ise çok daha kötüdür. Zira bu tıpkı ‘yalancı peygamber’ sözü gibi küfür isnadı sayılır. Kendilerine bu isnad yapılanlar kâfir değilse, hadisin beyanıyla isnadı yapan kâfir olur. Devleti idare makamında bulunanlar ne bu hakaretleri yapmalı, ne de kelamda nice tartışmalara konu olan o sözleri söylemeli.

Eğer ortada hükümeti yıkmaya yönelik birtakım iddialar varsa, devlet memuru olarak görevini kötüye kullanan insanlar söz konusuysa, bu iddialar ‘tarafsız ve adil ilgililer tarafından araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalı’ demek başkadır ve bu meşrudur, ispat edilmemiş ithamları vaki sayarak iftira ve karalama başkadır ve bu meşru değildir.

Sanki bu bildik konuların ispata ihtiyacı varmış gibi ayetler ve hadisler okumaya, menkıbeler aktarmaya gerek yok. Malumu ilam olur bu ama yine de ‘din nasihattir’ fehvasınca hatırlatalım istedim. Bana düşen budur. Masumiyet karinesi esastır. Bir insan suçlu olduğu hukuk önünde ispat edilmeden suçsuzdur. Suç ve cezada şahsilik esastır. “Kimse kimsenin günahını yüklenemez.” Allah’ın beyanıdır. “Birisinin velev ki işlediği bir suçtan dolayı o kişinin mensup olduğu binlerce, milyonlarca insanı içine alacak şekilde karalama ve linç kampanyasına girmek caiz değildir, haramdır, günahtır. Devlet imkânlarını kullanarak bu camiayı yok etmeye çalışma dünyevî ve uhrevî sorumluluğu gerektirir.” Evet hoca keşke bunları ya da bu mealde cümleleri de ilave etseydi yazısına.

Başa dönelim. İ. Azam gibi ilmi temsil makamında bulunan âlimler çamura düşerse ümmet çamura bulanır. Onun için Hamdi abiye ve duasına kulak kesilmeli. Âlimler çamura düşmemeli ve ölmemeli. Zira hak ve hakikatin her şeye rağmen temsilcisi ve savunucusu olan âlimin ölümü, alemin ölümü demektir. Hadis de zaten bunu anlatmıyor mu?

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.