32 Farz Müslümanlığına dönüş

7 Haziran 2015 sonrası mı, yoksa ondan 3-4 yıl sonra mı bilemem ama bu Türkiye, hayatın tüm alanlarında restorasyon çalışmaları yapmak zorundadır.

Devletin tüm mekanizmalarında, hukukun bütün katmanlarında, ilkokuldan üniversiteye eğitimin her sahasında… Daha devam edebilirim, zaten etmemek için hayatın tüm alanlarında dedim.

Restorasyon çalışmalarının yapılacağı en acil alan ise din ve diyanet alanı olacaktır. Diyanet derken kastım “Resmi İslam”ın temsilcisi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı veya ona destek veren Diyanet Vakfı’nı kastetmiyorum. Kastım, sahih dinin, siyasal, kültürel, ekonomik, coğrafi vb. unsurların katkılarıyla yorumlanmış ve hayata hayat olmuş dini yaşayış biçimidir.

Madem söze böyle girdik, hemen bir misal vereyim. “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde” –bu söz elim bir cinayet sonrası hukukun işlemesi ve suçluların yakalanıp cezalandırılması bağlamında bir siyasinin kullanmış olduğu cümleden alınmıştır- özellikle iktidar partisine ait siyasiler ve bürokratlar için bir formül var. Benzeri formülleri daha önce duymuştum. Bunu ilk duyduğumda tepkim farklı oldu ve “Yok canım! Bu kadar olmaz!” dedim. Ankara’da gazetecilik yapan dostum bana: “Sen de çok safmışsın. Ankara’da herkes bilir bunun böyle olduğunu.” diye karşılık verdi.

Formül şu; şehvet-şöhret-rüşvet. Aynı manayı muhtevi ikinci formül ise; kasa-masa-nisa. İşin iç yüzüne vâkıf değilim. Kimseyi suçlamıyorum. Mevcudun fotoğrafını yansıtıp yansıtmadığını da bilmiyorum; çünkü elimde somut deliller yok. Ama kulaktan kulağa yayılan kulis bilgilerin ötesinde gazetelere yansıyan haberler ve bazıları itibarıyla hukuka intikal etmiş hadiseler ihtimal düzeyi ve ötesinde bunun olabileceği konusunda yeterli bir bilgi veriyor bize.

Yaptığım okumalar onu gösteriyor ki Türkiye, siyasetin hiçbir muhalefetle karşılaşmadan din alanına müdahil olduğu dönemler de dahil tarihinin hiçbir döneminde dini açıdan bu kadar yozlaşma yaşamadı. Bu ölçüde din adına dinden kopuş olmadı.

Şöyle izah edeyim; hangi din olursa olsun, dine din dedirten ana unsur imandır. Eğer bu İslam dini ise buna en genel manasıyla “tevhid” diyoruz biz. Tevhidin en önemli boyutu ise “dinin aşkın boyutu” dediğimiz Allah ile kul arasındaki ikili ilişkidir. İşte bu boyutta ciddi kırılmalar yaşamış ülkenin insanları olarak onu düzeltme adına nice samimi adımlar atılmıştı ve atılıyordu. Te’yiden ifade edeyim sadece cemaat ve ona mensup olanlar değil, hiçbirisini ayırt etmeksizin bütün samimi Müslümanlar böyle bir gayretin içindeydi.

Nitekim dindar muhafazakâr kimliği ile hükümet eden siyasilerin de bu bağlamda attıkları adımları ayakta alkışlıyordu. Fakat güvendiğimiz dağlara karlar yağdı. Emellerimiz zayi oldu. Dinin aşkın boyutunda mesafe alınacağı ümidini beslediğimiz o adımlar yapılan başka yanlışlarla perdelendi. “Yaratandan ötürü yaratılanı bir bilen” zihniyet sadece kendi gibi olan, kendi gibi düşünen ve kendini destekleyenleri destekledi. Değişik derecelerde –dereke daha doğru bir isimlendirme olurdu- şehvet-şöhret ve rüşvet aldı başını gitti ve Müslüman’ım diyen herkesin başını önüne eğmek mecburiyetinde kaldı.

“Balık baştan kokar.” İçinde dinî, ahlakî, içtimaî çok büyük hakikatleri barındıran tarihi bir atasözümüz bu malum. Baş böyle kokunca başın geride kalan kısımlarının kokmaması düşünülemez. Onun için diyorum ki din alanında teoriden pratiğe her şeyi yeniden ele almak mecburiyetindedir bu ülke. Çünkü şu an öyle bir noktadayız ki “Kültür Müslümanlığı” isimlendirmesinin içini dolduran ve kısmen de olsa dudak bükerek ifade ettiğimiz 32 farz Müslümanlığı, 54 farz Müslümanlığı ve koca-karı Müslümanlığını arar haldeyiz. Resmî İslam’ın temsilcisi Diyanet bu konunun farkında ama mevcut durumun düzelmesi için gayreti olsa da faydası olacağına çok inanmıyorum. Bana göre bahsini ettiğim restorasyon çalışmalarında en büyük görev yine halka yani sivil İslam ve onun temsilcilerine düşmektedir.

Bunu dert edinen kişiler bence şimdiden el ele, gönül-gönüle ve kafa kafaya verip projeler hazırlamalı. Ve bence projenin ilk adımı yukarıda söylediğim 32 farz Müslümanlığını yakalamak olmalı. Dede ve ninelerimizin o samimi, o candan, o içten Müslümanlığını. Allah denince gözlerden inci misal yaşlar dökülen, içi-dışı bir o Müslümanlığı. Sonra? Sonrası ahireti dünyaya önceleyen ya da ahiret hedeflerken dünyadan nasibini unutmayan, yeryüzünde Allah’ın halifesi vasfıyla O’nun namına iş yapan bir zihniyet inşası. Sonra? Hele şu ikisini hall u fasl edelim; gerisi kolay gibi geliyor bana.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.