Vallahi bana söylüyor…

Hacı Kemal Erimez Ağabeyin mühim bir özelliği M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sözlerini hep, ‘Bana hitap ediyor’ diye dinlerdi. Bazan biz sözlerin asıl muhataplarını bildiğimiz için, yok öyle değil desek bile “Hayır, hayır… Vallahi bunları bana söylüyor. Ben bu denilenleri hemen yerine getirmeliyim.” derdi. Böylece sözlerden ve nasihatlerden, herkesten çok istifade ederdi…

Şimdi Mesnevi-i Nuriye’den şu bölümü okuyalım:

“Ey şakî nefis, Kabir içi rahmet, dışı azap olan bir kapıdır. Dostlarının ve sevdiklerinin çoğu –hatta hepsi- o kapının arkasında duruyor. Onlara ve onların âlemine iştiyak durman için zaman hâlâ gelmedi mi? Öyleyse temizlenmeye bak; yoksa onlar seni kirli ve pis bulacak, senden iğrenip tiksineceklerdir. Meselâ sana, ‘İmam Rabbânî Ahmed Fârukî (k.s.) hâlen bugün Hindistan’da bulunuyor’ diye bir haber gelseydi, onu ziyaret etmek için nice tehlikelere göğüs gerip katlanacak, evini yurdunu terk edecektin… Halbuki yalnızca Ahmed isminde binlerce yıldız var ki, İncil’deki adı Ahmed, Tevrat’taki adı Uhîd (Ahyed), Kur’an’daki adı Muhammed olan bir güneşin etrafında pervanedirler. Muhammed ismindeki yıldızlar ise milyonları bulur. Bütün bunlar, kabir kapısının ardında, Allah’ın rahmeti altında sâkindirler.”

Bu kirler, pis şeyler nelerdir? Günahlar, haramlar, gıybetler, iftiralar, kul hakları, zulümler ve diğer benzer şeylerdir. Şimdi Üstad Hazretleri’nin bu güzel sözlerini gördükten sonra bize düşen nedir? Yanlışlarımızdan dönmek, tevbe istiğfar etmek ve varsa kul haklarını iade edip helâllik dilemektir. Başka türlü nasıl temizlenebiliriz? Temizlerin diyarı ve temizlerin olduğu o güzel yerlere ve konumlara başka türlü nasıl kavuşabiliriz?

Bu mesele böyle olduğu gibi, hadis-i şeriflerde Kevser Havzının başından kovulacaklardan da bahsedilmektedir: “Ümmetim kıyamet günü varıp ondan içecekler, kapları yıldızlar sayısıncadır. İçlerinden kul olur, titreme ile çekilir atılır: ‘Ey Rabb’im, o benim ümmetimdendir’ derim. ‘Bilmezsin senin ardından o neler yaptı’ buyurulur.”

Âyet-i kerimede de, “Âdem neslinden Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın evlatlarından, İbrahim ve İsrail’in nesillerinden ve hidayete erdirip seçtiğimiz kimselerdir; işte Allah’ın nimetine mazhar olmuş olan bu zatlar. Onlar Rahman’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.” (Meryem Sûresi, 19/58-59) buyuruluyor.

Bizim işte bu hadis-i şerif ve âyet-i kerime gibi uyarıcı vahiy mesajlarını bana hitap ediyor diye okuyup dersimizi almamız gerekiyor. Yoksa hiçbir İlâhî mesajdan istifademiz mümkün olamaz.

Hadis kitaplarındaki “Kitabü’l-Fiten” gibi bölümlere, Deccal ve Süfyan meselelerine bakarken, Ahmet Feyzi Kul Ağabeyin Afyon Mahkemesi’nde söyledikleri açısından bakmamız gerekir:

“Biz ki, Allah’a ve Resûlü’ne ve Kur’an’a inanmışız. Şimdi bu imanın ve peygamberin sıdkına (doğruluğuna) olan bu itikadın neticesi olarak kendimizi ebedî helâkten kurtarmak için çalışmayalım mı? Etrafımızda olup bitenleri görmeyelim mi? ‘Acaba bu tehlikeli zaman gelmiş midir? Sakın bu tehlikelere düşen nesil biz olmayalım!’ diye bunları mevcut dînî hakikatlere tatbik cihetlerini göstermeyelim mi?”

Evet bütün bunları yerine getirmemiz ve çok hassas davranmamız gerekir…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.