Suhufları ile geldiler

İlk insan Hz. Âdem Aleyhisselam, ilk peygamber… Kendisine suhuf yani semavî sayfalar geldi.

Daha sonra gelenlere de semavî suhuf veya kitaplar geldi. En son Kur’an-ı Kerim geldi o da mucizeliklerle dolu olarak… İki yüz vecih mucizeliğin en parlak yönü belagat ve beyandır…

Sonra gelen asfiya da Kur’an hazinelerini, asırlarına, asırlarında yaşayanların hatta sonra gelenlerin idrâklerine göre açtılar ve yazdıkları kitaplarla sergilediler… İmam-ı Gazalî’nin kitapları, Mevlanâ Hazretleri’nin Mesnevi’si ve diğer eserleri ve İmam-ı Rabbanî’nin Mektubat’ı bunlardandır.

Bediüzzaman Hazretleri, iman-Kur’an hizmetinin baş ucu şaheserleri Sözler, Mektubat, Lemalar ve Şualar gibi kitapları yanında Barla, Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarını da yazmış… İç haberleşme bunlarla temin ediliyordu.

1965’te yayın hayatına giren “Gurbet” dergisi, İzmir İmam-Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti adına çıkıyordu. 1966’nın başında İzmir’e vaiz ve İmam-Hatip ve İlahiyatta Talebe Yetiştirme Derneği’nin Kestanepazarı’ndaki yurduna müdür olarak gelen M. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu derginin 9. sayısında “Gurbet” başlıklı başyazısını yazdı… 10. sayısının başyazısını da “İnanıyor muyuz?” başlığı ile 1966’nın Temmuz ayında yazdı… Yazının girişi şöyleydi: “İçine giriş ve kabullenişteki kolaylık nisbetinde, çetin imtihanların dizine dizine sıralandığı bir müessese; iman müessesesi!.. İç içe ıstıraplar onda sonsuz, küme küme mahrumiyet onda meknuz… Musibetin birinden kurtulurken, belini çatır çatır kıracak ikinci musibet hazırdır başının üstünde… ‘Belânın en çetini peygamberlere, sonra Hakk’ın makbulü velilere ve derecesine göre diğer müminlere’ sözü ile bu gerçeği ele alan zaman ve mekânın Bir Tanesi, Hakkın Meftunu (sas) vefâkâr bendeleri ile yaşamış dayanmış ve ulaşılmazlara ulaşmış tek varlıktır.” Sanki 48 sene öncesinden bu günleri anlatıyor…

Sonra TÖV (Türkiye Öğretmenler Vakfı) kuruldu. Onun “Zuhur” isimli bir bülteni vardı. Toplantılarımızı ve faaliyetlerimizi öğretmenler olarak bu bültende anlatıyorduk. Hocaefendi’nin yazıları da neşrediliyordu… Son sayısında arka sayfada Hocaefendi’nin “Zuhur, yerini bir Reşha’ya bırakıyor” meâlinde bir notu vardı… Bunun gerçek mânâsını Hekimoğlu İsmail Ağabeyimiz anladı ve “Hocaefendi anlaşılan yeni bir dergi çıkaracak.” diye  haber verdi. Gerçekten hemen sonra “Sızıntı” dergisi için kollar sıvandı. Zaten “Reşha” Sızıntı demekti… Yirmi Dördüncü Söz’ün İkinci Dal’ında anlatılan, Zühre, Katre ve Reşha var. Reşha, hem nübüvveti, hem asfiya yolunu, hem de bu hizmeti temsil eder.  Senelerce Sızıntı dergisi bilhassa başyazıları, soru-cevapları ve resim değerlendirmeleriyle aylık mesajlarını verdi ve dünyaya da verdiği derin mesajlarla rehberliğine devam etmektedir. O, dolu dolu bir ansiklopedi ve ilmin-fennin tesbit ettiği gerçekleri doğru okuma rehberidir.

Sonra Zaman ve Samanyolu medya dünyasında bir milat oldu. Aslında bütün Müslümanlar için asıl hedef, dünyanın her yerinde her dilden yayın yapan ve hiç reklam almadan 24 saat İslamiyet’i doğru anlatan televizyon kanallarının ve radyoların hizmet vermesidir. Çünkü Efendimiz Muhammed Aleyhisselam, “Benim ismim her eve girecek, hatta kıldan her çadıra ulaşacaktır.” buyuruyor. Bu mübarek hadis bir müjde olduğu kadar aynı zamanda bir hedef göstermedir. Yani bu müjdeyi tahakkuk ettirmek boynunuzun borcudur, demektir. Eğer anlayabildikse…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.