Kader denk noktası

Kâinat kitabının âyetleri birbirini tefsir eder. Evet Kelâm sıfatından gelen Kur’an’ın âyetleri nasıl birbirini tefsir ediyorsa, Kudret sıfatının tecellisi olan Kâinat kitabının âyetleri de birbirini tefsir eder.

Bazan bu iki kitap yani Kur’an ile Kâinat âyetleri birbirini izah ve tefsir eder… Her ne ise… Şimdilik biz, İlâhî icraatın şu hârika işine “ulu bir nazar” ile yani Yunus Emre’nin ulu bir nazar ile karıncaya bakışı gibi bir bakmaya çalışalım:

Botanikte Selenicereus grandiflorus denilen bu kaktüse Araplar meliket-ül leyl, batılılar Königin der Nacht/Queen of the Night yani ‘gecenin kraliçesi’ diyorlar. Çünkü bu kaktüs yılda sadece bir defa ve sadece bir gece açıyor. Daha ilginç olanı ise bu özel gecenin yaz aylarında ve tam dolunay gecesinde olması. Senede bir defa çiçek açan bir kaktüsün neslini devam ettirebilmesi için o gece yeteri kadar polenle döllenmesi gerekiyor. Dolunay gecesinin aydınlığında beyaz ve büyük olduğu için etrafındaki diğer bütün çiçeklerden daha fazla parlayan bu çiçek bütün böcekleri ve yarasaları kendine cezbeder ve bu şekilde polenleri diğer çiçeklere taşınmış olur. Kuru çölde, senede bir defa açan bir çiçeğin gökyüzündeki ayla  münasebeti tam bir kader denk noktasıdır.

Etrafındaki daha uzun süre açan kaktüs türleri ise tam da yazın başlangıcında yarasaların göç mevsiminde açmaya başlarlar ve Orta Meksika’dan Arizona’ya kadar binlerce kilometrelik bir göç yolu boyunca enerji ihtiyacı olan yarasalara nektarları ile besin kaynağı olurken polenlerini de taşıtmış olurlar. Arizona’ya üremek için göç eden yarasalar yaz sonunda orta Meksika’ya geri göç ederken bu sefer de polenlerini taşıyıp döllenmelerine vesile oldukları kaktüslerin olgunlaşmış meyvelerinden beslenirler ve kaktüslerin tohumlarını etrafa taşımış olurlar!

Şefkat Tokatları isimli Onuncu Lem’a Risalesinde Üstad Hazretleri, “Bu hizmet-i kudsiyetinin kerâmeti üç nevidir. Birinci nev’i: O hizmeti hazırlamak ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek cihetidir.” diyor. Yani yepyeni bir Kur’an hizmeti ve dünyaya hep taze ve taptaze mucize olan Kur’an’ın daha derin anlaşılması ve mânevî lezzetinin tadılması için ilhâmat-ı Kur’aniye, sünuhât-ı Kur’aniye, istihrâcât-ı Kur’aniye ve istinbâtât-ı Kur’aniye olan Risale-i Nurların yazılması ve insanlığa takdim edilmesi gerekiyordu. Materyalist anlayışların evrim teorisiyle bilim kıyafetinde takdim edilmesi ve inançları ve imanları sarsıcı şüphe ve tereddütlerin ortalığı sarması ile Kur’an’da işaret edilen beyan hazinesinin teşhir ve izharı tam zamanını buldu. Yani artık tam kader denk noktası… Bütün cihanda ve işte bu zamanda atmosfer ve şartlar hazır hale gelince bu hizmet zuhur etti. Bu parlak hakikatların etrafını, hakikat-âşinâ gönüller pervâneler gibi  sardılar. Elhamdülillah cihana yayılma konumuna ulaşmış oldu.

İrhâsat, mûcize-i keramet, maûnet, istidrac ve ihânet diye altıya ayrılan hârika hallerden bir tanesi olan maûnetin bir ismi de inayettir; inâyet-i İlâhî… Hep kader denk noktalarda bu inayetin derin izleri bu hizmette kendisini gösterir. Hizmet hareketinin mensuplarının hayat hikâyelerini ibretle dinleyenler bu derin izlere Tevâfuklar şeklinde şâhit olacaklar. Üstad Hazretleri’nin ifadesiyle tevâfuklar bu hizmetin bir nevi kerâmetleridir…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.