Hızırî adımlar

11 Ocak 1990 Salı günü Sarp Kapısı’ndan Sadettin, Halit, Cahit, Muammer, Mehmet Şevki, Aziz, Mustafa, Asım, Ahmet, Fikri, Fazlı, Mehmet, Mehmet beyler, Sovyetler’e giriş yaptılar.

Sınır kapısının Rusya tarafındaki Gürcü ve Rus gümrük memurlarının ve askerlerinin bulunduğu kısma girdiler, hepsi heyecanlı idiler. Sadettin Bey’in muhatap olduğu memur eşyaları kontrol ederken Kur’an-ı Kerim’i eline aldı, derince bir iç geçirdikten sonra, Türkçe olarak; “Bu kitap Kur’an mı?” dedi. “Evet” deyince, memur elindeki Kur’an-ı Kerim’i okşarcasına okumaya çalışarak “Ben çocukken babam bana Kur’an okumayı öğretmişti, şimdi zor okuyorum. Neredeyse unutmuşum.” dedi. Sonra “Eğer bunu bana hediye ederseniz, bunu çocuklarıma öğretip okutacak birisini bulacağım.” deyince  Sadettin Bey “Zaten biz bunları sizler için getirmiştik, buyurun alın.” dedi. Kolaylıkla geçiş yapmışlar ve Batum’a gelmişlerdi. Otelden Batum Mescidi’ne gittiler. Cemaat onlarla bir anda sarmaş dolaş oldu. Sonradan isminin Aslan olduğunu öğrendikleri bir genç ise “Türkler geldi! Türkler geldi!” diyerek bağırıyor, baygınlık hâli geçiriyor ve kendisini yerden yere vuruyordu. Orada bulunan Batum Mescidi cemaati dâhil herkes ağlaşıyordu.

Seksen yaşlarında bir dede onlara “Evlatlarım benim yaşadığım köy Batum’a 120 km uzaklıkta bir yer, ben her hafta Batum’a cuma namazı için bir gün önceden yola düşüyor, namazımı kılıp tekrar köyüme dönüyorum. Sizler Türkiye’den geldiniz. Allah bana bu günleri gösterdi ya bundan sonra benim yaşayıp yaşamamam hiç önemli değil.” diyordu.

Batum Mescidi’nin genç ve dinamik imamı Nevcivan Hoca onları, bu ziyaretin bir hatırası kalsın diye 70 yıldır kapısına kilit vurulmuş olan Tatar Mescidi’nin açılışını yaptırmak için onun bulunduğu mahalleye  götürdü. İçeri girdiklerinde topuklarına kadar toz içinde kalmışlardı. Su ve süpürge isteyerek temizlediler. Mehmet Şevki Bey ikindi namazını kıldırdıktan sonra, “Namaz için tekbir alır almaz Kâbe-i Muazzama ve Hacerü’l-Esved bütün ihtişamıyla karşımda temessül ediverdi. Aynı zamanda Hacerü’l-Esved’in o kendine has kokusunu da aynen hissediyordum.” dedi.

Mescidden dışarı çıktıklarında bütün mahalle halkının yolları çamur deryası olmasına bakmadan, orada toplanıp merakla kendilerine baktıklarını gördüler. Hem de kalabalık gittikçe artıyordu. Kalabalığın içindeki yaşlı bir ninenin hâli bir başkaydı. Okunan ikindi ezanından dolayı fevkalâde duygulanmış ve her birerlerini ayrı ayrı tutmuş şefkat dolu gözlerle bakarak onlarla Türkçe konuşuyor ve yalvarırcasına: “Evlâtlarım, sizler melek misiniz, nesiniz, siz mescide girmezden önce okunan sesi duyduğumda çocukluk yıllarımı hatırladım. Annem, babam, kardeşlerim aile olarak hep birlikte bu mahallede oturuyorduk, çocuktum ve bu mescitte her gün beş defa bu sesi duyardım. Ne zamanki buralarda değişiklikler oldu artık o sesi bir daha duyamaz olduk. Son birkaç senedir içimde bir türlü izahını yapamadığım bir his bana, bu mescide baktıkça çocukluk yıllarımdaki o mutlu ve huzurlu günlerimi hatırlatır ve kendi kendime gözyaşları dökerek, ‘Acaba bir gün yine o günler geri döner de tekrar o sesleri duyar mıyım?’ derken Allah bana ölmeden bu günleri sizlerin sebebiyle bir daha gösterdi ya Allah’ıma sonsuz şükürler olsun.” diyor ve gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Davetini kabul edip evine misafir oldular. Sonra da Tiflis’e ve Karacalar köyüne de gidip Molla Ahmed’i ziyaret ettiler. O zât, çevresindekilere: “Bugünü takvime kaydedin, bundan böyle bu günü bayram ilân ediyorum.” dedi…

Bütün bunları, onların torunlarıyla seneler sonra tanıştıktan sonra hatırlayıp, yazmaya ve o güzel hatıraları zihinlerde tekrar canlandırmaya karar verdim…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.