Bana hitap ediyor

Bir nasihatten istifade etme, o sözleri üzerimize almamıza, bunlar bana söyleniyor, bunlardan dersimi alıp istifade etmem lâzım diye dinlemeye bağlıdır.

Yoksa bu sözler, söz mucizesi Kur’an âyetleri bile olsa istifademiz söz konusu değildir. Hatta bizden önceki ümmetler hakkındaki ifadeler de buna bağlıdır. Meselâ: “Sonra, bütün bunların ardından (bunca âyetleri ve Musa Aleyhisselam’a gelen mucizeleri gördükten sonra) kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hatta taştan da daha katı hâle geldi. Çünkü öyle taşlar vardır, bağrından nehirler çağlar. Öyleleri var ki, çatlayıp yarılır da aralarından sular akar. Öyleleri var ki, Allah korkusundan parçalanıp aşağılara yuvarlanır. Allah ise, sizin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.” (Bakara Suresi, 2/73) âyetini, eğer insan, işte bu İsrailoğulları hakkında inmiş bir âyettir, diye bakar, “Bu âyet tam bana hitap ediyor… Kalbim ne kadar da katı ve ateşsiz, gözüm de ne kadar kuru ve yaşsız!” demez ise, âyetin nurundan, feyzinden hiç istifade edemez.

Üstad Hazretleri, Eskişehir Hapishanesi’nde yazdığı mektuplardan birisinde, Lâtif Nükteler kitapçığında geçtiği üzere diyor ki: “Onlar ettiğimiz ders ve nasihati unuttukları ve amel etmedikleri vakit onları tutup musibet altına aldık.’ (En’âm Sûresi, 6/44) (…) Bu âyetin işarî mânası ile “Ehaznâhüm’ cifri tarihiyle 1352 eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. (…) Çünkü bu âyetin uzaktan uzağa işarî bir mânası bize de bakıyor. Ehl-i dalâlet için nâzil olan bu âyet onlara azaptır. Fakat bizim için nefislerin terbiyesi, günahlara keffaret  ve derecelerin ziyadeleşmesi için şefkat tokadıdır.”

İşte burada olduğu gibi Üstad Hazretleri ehl-i dalâlet hakkında nâzil olan azap âyetinden bir ders çıkarıyor ve bizim için şefkat tokadı ve bir ikazdır diyor…

Yirmi Sekizinci Mektup’ta, Üçüncü Mesele’nin Üçüncü Nokta’sında ise şöyle diyor: “Bundan otuz sene evvel, Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, el-mevtü hakkun (ölüm haktır) kaziyesini (hükmünü) düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halâskâr araştırdı. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı âzam olan Şeyh Geylânî (ra)’ın Fütûhu’l-Gayb namındaki kitabı ile tefe’ül etti. Tefe’ülde şu çıktı: Ente fî dâri’l-hikmeti fatlüb tabîben yüdâvî kalbek (Sen dârü’l-hikmettesin; önce, kalbini tedâvi edecek bir tabip ara.) Acâiptir ki, o vakit ben Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye âzâsı idim. Güya ehl-i İslam’ın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta bendim. Hasta evvelâ kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir. İşte Hz. Şeyh bana der ki: ‘Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.’ Ben dedim: ‘Sen tabibim ol.’ Tuttum, kendimi ona muhatap addederek o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli cerrâhî ameliyat yaptı. Dayanamadım yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra, şifâkârâne ameliyattan gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim ve onun virdini ve münâcâtını dinledim, çok feyiz aldım.”

İstifade etmenin ve feyiz almanın sırrı işte burada yatıyor: Bir gerçeği, bir uyarı nasihatini bana hitap ediyor, diye okumak ve dinlemek… Bunun başka bir yolu yok…

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.