EYLEM PEKER - Yenilenme vakti

Koca bir yılın rüzgar gibi eserek geçtiğini, evleri ve dükkanları süsleyen ışıklardan ya da dışarıya son derece görkemli yansıyan yılbaşı ağaçlarından değil de San Augustin’e gitme zamanı geldiğinden anlıyorum. Son kez 9 günlüğüne gitmek üzere hazırlanan ve önceden yıkanan çamaşırlar, gelince evi temiz bulmak icin yapılan temizlikler hep bunun göstergesi. Evet zamanı geldi pas tutmuş ruhlarımızı parlatıp beslemenin ve derin bir iç huzuruyla gözlerimize akseden gülümsemenin…

 

Gidilen yer aynı otel. Yön özürlü olmama rağmen her yerini adım gibi ezberledim. İçindeki yapay şelale yukarıdan aşağıya sarkan büyük halkalar, manzarayı görebilmek için asansöre yapılan cam kapı, danışma , Starbucks ve çalışanlar, gittiğinizde değişen tek şeyin takvim olduğunu hissettiren otelin içindeki kısaca herşey.

Ama ya insanlar ve çocuklar? Bir yıl daha büyümüş  çocuklar ve aileye katılan küçük bebekler, onlar da değişimin içinde olan ve değişimi gösteren şeylerden.

 

En güzeli birbirini tanımasalar bile birbirine gülümseyen gözlerle bakan yüzler, cemaatle kılınan huşu dolu namazlar, uykunun en tatlı yerinde kalkıp beraber kılınan teheccüdler, onu takip eden sabah namazları ve hep beraber yapılan tesbihatlar…  Ne güzeller ve hepsi  ne huzur verici şeyler.

Tebessümün bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığı, huzurun ise kıştan bahara jet hızıyla geçer gibi hissedildiği, sükunetin ve sabrın hatırlandığı bir yer, ahirete gider gibi hiçbir dünya varlığının valizlere alınmadan, makam ve mansıbın, zenginlik ve fakirliğin  öneminin en hiçe indirgendiği ve herkesin oraya ne amaçla gittiğini ve manevi kazançlarla dönebilmeyi ümit ettiği bir yer benim için San Augustin.

Dikkatle dinlenen ve notlar alınan sohbetler ve kitap okuma saatleri. Oturduğumuz yerler bile belli, hergün aynı saatte aynı yerde… Ve arta kalan zamanlarda yapılan kaçamak sohbetler. Başka şehirlerden gelen ve birbirini yılda bir kez görme şansına sahip yakın arkadaşların koca bir yılı 9 güne sığdırarak bir çok şeyi paylaşıp dertleşmeleri.

İnsanların birbirine hep içten gözlerle gülümsemesi, henüz çocuksuz bir bayanın çocuklu olana yardım etmesi, aynı zamanlarda ve birbirine yakın masalarda yenilen yemekler, paylaşılan ekmekler, dışarda 1 saatlik dilimde tefekkür niyetli yapılan yürüyüşler ve golf oynama denemeleri, birbirini tanımasalar bile gitme zamanı geldiğinde helalleşmek ve dua almak, herşey çok güzel.  Böyle bir dünya hayal ediyorum, aynı şeye inanıp aynı uğurda yaşayan, yaşadiğını farketmek için hergün ölümü hatırlayan ve ölümlü bir dünyada ölesiye fedakar olan ve öyle olsun diye çocuklar yetiştiren bir dünya.  Gülen gözlerle dolu, herşey bir saatin tik tak demesi kadar sakin ve kararlı, panik yok, acele yok hele maddi çıkar hiç yok. Nasıl bir dünya olurdu bu, herşey bu kadar mükemmel olsa…? Ben bunu düşüne dururken şimdi herkes evinde herzaman yaşayageldiği hayatın normal seyrine dümenini çoktan çevirmiştir bile.

Dışarda gök ve yer arasında rahmet damlaları yeryüzüne inmek üzere dansediyorken aklıma oradayken en son yediğim ve yerken bana ne yardan geçerim ne serden dedirten ama tadı damağımda kalan çiğ köfteler geliyor, sormadan edemiyorum yanına şöyle buz gibi bir ayran yapamazlarmıydı  acaba?

Kuran ziyafeti vermek icin gelen imam efendinin eşiyle konuşurken perde arkasından gelen ama aslında en içten ve yürekten gelen ilahilere de eşlik etmek istiyorum. Bir yandan elimle masada davul çalarcasina tempo tutarken  bir yandan ingilizce konuşmaya çalışıp aynı zamanda duyduğum ilahilerle son derece hüzünlenebiliyorum. Bunca şeyi bir arada yapmam benim çok yetenekli bir birey olduğumu mu yoksa uzun zamandır ilahi duymamış olmamın verdiği bir ruh açlığını mı gösteriyor bilemem ama bildiğim tek şey, söylenilen her ilahide ruhumda kalıplaşmış pasların kalaylanırcasına kaybolup parlayışını görür gibi olmam.

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.