Storyteller

Babaannem iyi bir öykücüydü benim. Çocukluğumun büyük bir bölümünü onu dinleyerek geçirdim. Sürekli hikâyeler anlatır, kiminin tekrar tekrar geçerdi üzerinden. Onu uzaktan izlediğim zamanlarda kendi kendine anlattığını da gördüm bu hikayeleri çok kereler. Dinleyicisi olmasa da, vazifesini yerine getirmekten geri durmayan bir anlatıcıydı o. Bugünün o kalabalık izleyicisini kaybeden tiyatroları gibi. Ayakta, ama yalnız. Onun Osmanlı’dan başlayan yolculuğu 90’lı yılların ortalarına kadar sürdü. Uzun ve çoğu zaman yalnızlık içinde geçen bir hayat sayısız öykü biriktirmesine yardımcı oldu. Sayısız kereler anlattı hepsini; sıkılmadan, yorulmadan, gözyaşlarını içine akıtarak.

Geçen hafta sıkça ziyaret ettiğim kütüphanede bir hikâyecinin karşısında kendimi otururken buldum. Onu dinlerken, her hareketini itinayla takip ederken, her tonlamayı yakalamaya çalışırken ben, hikâyenin  konusuna odaklanmaktan çok yıllar önce yitirdiğim babaannemi düşündüm sanırım. Bizim şimdilerde sıkıcı, demode, köhnemiş olarak dile getirmekten çekinmediğimiz bir değeri capcanlı karşımda görmenin verdiği garipsemeydi ya da şaşkınlıktı benimkisi.

Biliyorum. Amerika’ya yeni geldiğim aylarda öğrenmiştim ben, burada hikâyeci olmak alabildiğine canlı bir meslekti. Genelde üniversite bünyesinde çalışan bu hikâyecilere kütüphane ve kiliselerde ya da özel organizasyonlarda rastlayabilirdim sıkça. Çok olağan, çok yaygın, çok övülen, bilgiyi aktarmada ya da eğitimde geleneksel bir yaklaşım, benim “tek kişilik tiyatro” olarak gördüğüm bir çalışma hikâyecilik. Etkili, öğretici, eğlenceli ve kesinlikle cezbedici.

Gelmiş geçmiş, bilinsin-bilinmesin; her milletin, her kültürün hikâyecileri olmuştur. Yazı öncesi dönemin en etkin bilgi aktarma yöntemi olarak kabul edilmesi, yazının kullanılmaya başlanmasından sonra bu etkinin sonlandığı anlamını taşımaz elbet. Bugün basılı yayının anlatıcılığın önüne geçtiği söylense de bu, anlatıcılığın etkli bir yöntem olmadığı sonucuna götürmez bizleri. Sadece bizim bu yöntemi gerilere attığımızın, ötelediğimizin bir göstergesi olabilir ancak.

“Günümüz çocukları, gençleri ne kadar az okuyorlar” diyoruz sürekli. “Kitap satışlarında ciddi azalma” başlıklı yazılarla sıkça karşılaşıyoruz. Son yıllarda basılan kitap sayısındaki düşüşü araştırmalara göz atmadan kendimiz de kolayca farkedebiliyoruz. “Kitap okumayı nasıl sevdirebiliriz?” konulu çalışmalar üzerinde duruyoruz. “Eğitimde okumanın önemi” diyerek çocuklarımızı bilgilendirmeye çabalıyoruz. Olmadı elimizden kitapları düşürmiyor, bulduğumuz her fırsatta kitaplarla zaman geçiriyor, sık sık kütüphane ziyaretleri yapıyoruz. Ne kadar aşılayabiliyoruz kitap sevgisini?

Okullarda sürekli kitap satış günleri düzenleniyor, kitaplar en canlı şekilde öğrencilerin dünyasına aktarılmaya çalışılıyor, haftanın bir günü her sınıf okulundaki kütüphaneyi en az bir saat, sınıf arkadaşlarıyla birlikte ziyaret ediyor…  Bu yüzden okullarda okuma grupları oluşturuluyor, okuma saatleri arttırılıyor, özel okuma programları ders saatlerine ekleniyor. Yine de çok emekle kısa mesafeler belki ancak katettiğimiz. Sanıyorum onların hareketsiz biçimde oturup satırları hızla kovalamaya çalışmaları zor olan. Odaklanma sorunu belki de yaşadıkları.

Yeni nesillerin zaten oturarak zaman geçirdiğini, outdoor oyunların neredeyse hiç olmadığını, sürekli oturan çocukta meydana gelen enerji birikiminin odaklanmayı nasıl etkilediğini ve daha fazlasını da hesaba katmak gerekiyor onları okumaya yönlendirmeye çalışırken.

Bunun yanında karşılarına geçip öyküyü anlatmaya ve malzemeler kullanarak olayı canlandırmaya başladığınızda, yani ki olayın resmini gözlerinin önünde çizdiğinizde her şey bir anda değişiveriyor. Denebilir ki, bugünün çocukları çoğunlukla görerek (visual learners) öğrenmeye yatkınlar küçük yaşlarda televizyon ve bilgisayar ile tanışmalarından dolayı. Bilgisayar ve televizyon karşısında çokça zaman geçirmeleri zihin hareketlerinde de farklı eğilimlere yol açabiliyor. Ekrandaki renklerin canlılığı, akıcılığı; hareketlerin birbirini takip etmedeki hızları; kulaklarına ulaşan sesin yüksekliği, ritmin sertliği çocukların düşüncelerini bir noktaya sabitlemelerine engel özelliklerden bazıları.

Sebep her ne ise, kitap okumayı sevdiremediğimiz çocuklarda hikâye canlandırma tekniğini yeniden sunmakla başlayabiliriz. Onların dünyasındaki hikâyeci neden biz olmayalım?   Preferences § 1 2 3 4 5 6 7 8 9 0 – = Backspace   Tab q w e r t y u i o p [ ]   Return     capslock a s d f g h j k l ; ‘   shift ` z x c v b n m , . / shift     English     Deutsch   Español   Français   Italiano   Português   Русский   alt   alt     Preferences

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.