Öğrencilerim mezun olurken

Kalanlardan değil de hep gidenlerden olmak düştü payıma. Ben uğurlamayı değil de hep uğurlanmayı bildim bu yüzden. Arkasına dönüp bakan, “Hoşça kalın!” diyen, “Yine geliriz!” sözleriyle kalanları teselli etmeye çalışan ve dönmesi beklenen çoğu zaman… Bu yüzden de aynı yerde uzun süre duramaz aşamaya kadar ulaştım sonunda. Bir küçük valizle her an gitmeye tekmil hazır, gidilecek yerleri de bir türlü bitiremeyen ben, bir okul yılını daha noktalarken veda ediyorum öğrencilerime. Yarın “Graduation Day”!
Bir tek öğrencilerimi yolcu etmeyi seviyorum belki de, geleceğe. Bir tek onlara “Yolunuz açık olsun!” derken geride kalmaktan tedirgin olmuyorum. Bir tek onların gidişiyle üzülmek yerine seviniyorum ve kolaylıkla kabulleniyorum bu gidişi. El ediyorum ardlarından hiç zorlanmadan ve biliyorum her birinin farklı kanatlar takıp ayrı yönlere uçacaklarını. Bana dair acaba neler götürüyorlar yanlarında, kestirmek çok zor. Bir kelime, bir cümle, bir duruş, bir anı, bir  tek an… Ya da hiçbir şey mi? Garip bir telâş sarıyor içimi.

Gidişlerimi hiç sorgulamadım oysa bugüne kadar. Nereye gideceğimi, vardığım yerde beni nelerin bekleyeceğini, bu yolculukta neleri bulup neleri yitireceğimi, orada bana kimlerin yoldaş olacağını, ne yiyip ne içeceğimi, nasıl bir yeri mesken edineceğimi, kaç bin kilometre uzaklara yelken açacağımı, ardımdakilerin beni ne kadar özleyeceğini, benim onları her anışımda gözlerimin nasıl dolacağını… Bugüne kadar hiç sorgulamadan kabullendiklerim oldu benim. Hiç sormadan cevaplarını bildiğim sorularım, hiç konuşmadan anlattıklarım, bir türlü vazgeçemediklerim oldu.

Aynı teslimiyeti “Güle güle gidin!” diyeceğim öğrencilerim için gösteremeyeceğim bu yıl da. Ya hiçbir şey veremediysem onlara! Bir kelime, bir cümle, bir duruş, bir anı, bir  tek an… Ya gayretimden çaldıysam! Tedirginliğim büyüdükçe büyüyor. Ter içinde kalıyorum. Hemen telefona sarılıp öğrencimi arıyorum. “Nasılsın?” diye soruyorum. “Bugün provanız vardı, yorgun hissediyor musun? Bir ihtiyacın var mı? Saat kaçta geleceksin? Erken mi, geç mi?” Cevapları dinlemeden arka arkaya soruyorum. “Annen nasıl? Biraz rahatsızdı. Dişçiye gitmişti geçenlerde.” “İyi” diye cevap veriyor bana. “Yarına hazır mısın?” “Heyecanlıyım biraz…” Konuşmak istiyorum. Daha çok konuşmak… Onunla daha çok zaman geçirmeye çalışmak. Duramıyorum yerimde. “Bekle” diyorum, “yanına geliyorum.” Aynı cümle dönüp duruyor düşüncelerimde: “Ya hiçbir şey veremediysem! Bir kelime, bir cümle, bir duruş, bir anı, bir  tek an…”

Gittiğim yerlerde hayatın binbir yüzü çıktı karşıma, birini bile söyleyemedim geride kalanlara. Giden bendim, kalan onlar. Kolaylıkla “Allah’a ısmarladık!” diyen bendim, gözyaşlarını tutamayan onlar. Kalanlara göre giden mutluydu hep, hep üzülense onlar. Hayatın ne çetin yanları varmış her gidişimde bir başka açıdan öğrendim, çizemedim resmini/resimlerini. Hepsi içimde kaldı; hâfızamda, yüreğimde… Gözlerimi her kapatışımda canlandılar. Gidenler suçlu, kalanlar terkedilendi benim bıraktığım yerlerde. Özlemeye hakkı olanlar da kalanlar.

Yarın öğrencilerim mezun olacaklar. Onlar gidecekler, ben kalacağım bu sefer. Aynı cümle hep bana yoldaş olacak yeni bir öğretim yılı başlayana kadar: “Ya hiçbir şey veremediysem! Bir kelime, bir cümle, bir duruş, bir anı, bir  tek an…” 

Write a comment

No Comments

No Comments Yet!

Let me tell You a sad story ! There are no comments yet, but You can be first one to comment this article.

Write a comment

Only registered users can comment.